28 Şubat 2014 Cuma

GRİP GÜNLÜĞÜ



Nezle, grip gibi soğuk algınlıklarında ne vitamin ilacı ne de herhangi bir antibiyotik, ağrı kesici gibi ilaçları kullanmıyorum. Bunun yerine her defasında evde yaptığım doğal yöntemlerle hastalığı iyileştiriyorum.

Bu akşam (bu akşam dediğim bugün 26. Şubat çarşamba) kendimi çok halsiz hissediyorum, öksürüyorum ve burnum tıkanmaya başladı. Yanında gelen hapşırıklar ise soğuk aldığımın en büyük belirtileri.

Bu yazımda iyileşene kadar günlük şeklinde hastalığı iyileştirmek için neler yaptığımı saat saat yazacağım:

26. Şubat akşamı Saat 19:04:

Biraz önce ateşimi ölçtüm 37 çıktı, halsizliğin en büyük sebebi bu olsa gerek.

Neyse ki dün tavuk suyu yapmıştım. Hemen tavuk suyuna çorba yapmalıyım (halsizlik ne kötü, kolumu kaldıracak halim yok :o(

Çorbayı yaparken bir yandan da keçiboynuzu çayı demliyorum. Çorbayı bitirdikten sonra içerim.

Öksüre, hapşıra tavuk suyuna çorba yapıp içine bol karabiber ve bir büyük limonun suyunu sıkıp içtim (Offfff amma acı olmuş burnumdan çıktı acısı...)

26. Şubat akşamı saat 20:36: 

Çorbayı içip mutfak penceresini havalanması için açtım (nezle-grip gibi soğuk algınlıklarında ortamın mikrop üreyecek kadar sıcak olmaması ve sık sık havalandırılması gerekiyor). Salondaki koltuğa uzandım ve şimdi televizyon izliyorum.

Bir yandan da keçi boynuzu çayımı içiyorum.

26. Şubat akşamı saat 21:47:

Derece ateşimin 38 olduğunu gösteriyor. Ateşimi düşürmem lazım, çünkü çok titriyorum (bir yandan da buraya kısa kısa yazıyorum). Yerimden zorlukla kalkıp sirkeli su yaptım, birkaç temiz küçük havlu alıp bu suya batırıp el ve ayak bileklerime, alnıma koydum. Üstümü çok sıkı örtmemeye gayret ediyorum ki ateşim düşsün (çok üşüyorum :o(.

Havlular ısındıkça tekrar suya batırıp sıkarak bu işlemi 5 defa tekrarladım (her defasında 10 dakika bekleterek).

Ateşimi tekrar ölçtüm 37,5 olmuş.... Yaşasın :o)

1 tane narı ayıkladım, şimdi yiyeceğim.

26. Şubat akşamı saat 22: 53:

Hastalıktan sanırım çok uykum geldi. Yatacağım. Salonun penceresini havalanması için açıp odama gidiyorum.

Odamdaki sehpanın üzerinde bir parça pamuk, tentürdiyot, vicks ve içinde havluların olduğu sirkeli su var.

Yalnız yaşamanın en zor taraflarından biri sanırım sırtıma tek başıma tentürdiyot sürmek zorunda kalmam. Ve sırtıma tentürdiyot sürmeyi başardım.

Ardından ayak tabanlarıma vicks sürüp çoraplarımı giydim.

Şimdi uyuyacağım iyi geceler...



27. Şubat sabah saat 08:06:

Uyanır uyanmaz hapşırıklar başladı.

Hemen sırtıma tentürdiyot sürüp ateşimi ölçtüm: 37,5 derece

Ayak tabanlarıma vicks sürüp çorap giydim.

Sirkeli su yapıp ve yine alnıma-bileklerime koyup ateşin düşmesi için uğraştım.

Tekrar ateşimi ölçtüm: 37,1

Burnum akıyor, sesim genizden geliyor. Tabir yerindeyse üzerimden kamyon geçmiş gibi hissediyorum.

Canım bir şey yemek istemiyor ama kahvaltı yapmam lazım.

27. Şubat sabah saat 09:14:

Odanın penceresini havalanması için açıp mutfağa gidiyorum.

Önce dün akşam açtığım mutfak penceresini kapattım. Daha sonra öğrencilerimi arayıp derse gelemeyeceğimi hasta olduğumu söyledim. Evde kalıp dinlenmem gerekiyor.

Keçiboynuzu çayını demlenmesi için demliğe koydum.

İki tatlı kaşığı zencefilli bal yedim (tatlıdan gerçekten nefret ediyorum şeker tadı içimi kötü yapıyor :o(....

Peynir, domates, salatalık ve zeytinden oluşan kısa bir kahvaltı yaptım.

Üzerine de bir tane nar ayıklayıp yedim.

27. Şubat sabah 10:20:

Mutfak penceresini açıp, keçiboynuzu çayımla birlikte salona yayıldım (tabi ki salonun dünden açık olan penceresini kapatmayı unutmadım).

Bir bardak keçiboynuzu çayımı içtim. Bu arada bu defa yaklaşık 5 bardak olacak kadar keçiboynuzu çayı yapmıştım. Gün boyu içeceğim.

Ateşimi düşürmek için bir kez daha sirkeli su yaptım.

Biraz uyumalıyım, çok halsizim.



27: Şubat öğlen saat 12:08:

Uyanıp ateşimi ölçtüm: 36,7... Güzeeell uğraşlarım sonucu ateşin yükselmesine fırsat vermiyorum.

Öksürüklerim daha azaldı, en azından artık öksürdüğümde boğulur gibi olmuyorum.

Tekrar sirkeli su yaptım.

Ateş derecesi: 36,5 :o)

27. Şubat öğlen saat 13:04:

Mutfağa geçerken salonun penceresini açmayı ihmal etmedim.

Ve tabi ki mutfak penceresini kapattım. Tavuk suyuna çorbayı ısıtıp yine bol karabiber ve bol limonla içtim ve yine acısı burnumdan geldi :o)

Çorbamı içerken bir başka demlikte şifa çayı demledim

Çorbam bitince çayımı alıp yine salondaki koltuğuma geldim (pencere kapatıp-açma işlemlerim devam ediyor :o)).

Bir yandan şifa çayımı yudumluyor bir yandan televizyona bakıyorum.

27: Şubat akşamüstü saat 15:20:

Bir bardak keçi boynuzu çayı daha içtim.

27. Şubat akşamüstü saat 17:00:

Karabiberli ve limonlu olarak bir tabak daha tavuk suyuna çorba içtim.

Ateşim: 36,5

Burun tıkanıklığımı gidermeliyim.

Su kaynatıp vicksle buhar banyosu yaptım.

27: Şubat akşamüstü saat 18:10:

Bir bardak şifa çayı içtim.

27. Şubat akşam saat 19:30:

Ve yineee tavuk suyuna çorba (neden hala bitmediğini merak ediyorsanız söyleyeyim: Çünkü çorba 6 kişilik, Bu nedenle rahatlıkla içiyorum)

Çorbadan sonra iştahımın daha açıldığını hissettim ve 2 kaşık da pilav yedim.

Yine bir tane narı ayıklayıp kaşık kaşık yedim.

Keçiboynuzu çayımla salona geldim :o)   (buradaki koltukla birbirimize epey bağlandığımızı söyleyebilirim :o)

27. Şubat akşam saat 21:00:

Ateşimi ölçtüm: 36,3... (Kendimi tebrik ediyorum :o)

Kendime koca bir kase bol limonlu yeşil salata yapıp yedim (dün akşamdan beri doğru düzgün fazla bir şey yiyemediğimden açım :o)

27. Şubat akşam saat: 22:37:

Bir bardak şifa çayı içtim.

Biraz film izleyeceğim.

27. Şubat akşam saat 00:12:

Çok uykum geldi.

Uyumadan önce sırtıma tentürdiyot, ayak tabanlarıma vicks süreceğim.

Şimdiden iyi geceler...

28: Şubat sabah saat 07:52:

Uyanınca bu defa hapşırmadım :o)

Ateşimi ölçtüm: 36,6 :o)

Kahvaltı yapmalıyım.

28. Şubat sabah saat 08:16:

Kahvaltıdan önce 2 tatlı kaşığı zencefilli bal yedim.

Zeytin, peynir, domates, salatalıktan oluşan kahvaltımı yaptım. Yanında da bir bardak şifa çayı içtim.

Hemen sırtıma tentürdiyot sürüp, hazırlanıp evden çıkmam lazım.

28:Şubat akşam saat 20:04:

Şimdi eve geldim, çalışan kadın olmak zor ama çalışmak beni evde oturmaktan daha mutlu ediyor. Kısaca yorgun ama mutluyum :o)

Kurt gibi açım. Öğleyin bir tabak mercimek çorbası içtim (bol limonlu ve pul biberli), yanında ise limonlu salata ve cacık yedim.

Bir tabaklık daha tavuk suyuna çorbam var. Isıtıp yiyeceğim.

Yanına da küçük bir porsiyon muhammara yapıyorum ki iyileşmemde yardımcı olsun.

28: Şubat akşam saat 21:27:

Yemeğim bitti keçiboynuzu çayımı alıp salona geldim.

Fark ettim ki iki saattir burnum hiç akmıyor ve hapşırmadım. Öksürüğüm yok denecek kadar az.

Ateşimi ölçüyorum: 36:2... sonunda :o)

Film izlerken yemek için bir tane nar ayıkladım.

28. Şubat akşam saat 23:49:

Uykum geldi.

Sırtıma tentürdiyot, ayak tabanlarıma vicks sürüp yatacağım.

İyi geceler :o)

29: Şubat (yani bu sabah) saat: 08:45:

Ateşimi ölçtüm: 36... Başardııııııııııııımmmmm :o))))

Hapşırmıyorum...

Sesim artık normal çıkıyor, genizden gelmiyor...

Burnum tıkalı değil...

Öksürmüyorum :o)

Kısaca: İyileştiiiiimmmm :o)

Doğal yöntemleri seviyorum. Ayrıca çok uzun yıllardır vitamin, antibiyotik, ağrı kesici gibi ilaçlar kullanmadığım için bağışıklık sistemimin güçlü olduğunu düşünüyorum.

Sizlere de sağlıklı günler dilerim :o)


ETLİ BİBER DOLMASI TARİFİ


Malzemeler (2 kişilik):

6 adet küçük boy dolmalık biber (arzu ederseniz dolmalık kırmızı biber de kullanabilirsiniz)
4 yemek kaşığı sıvı yağ (tercihen zeytinyağı)
100 gram kıyma
Yarım kuru soğan
1/3 su bardağı pirinç
1 adet domates
1/4 demet maydanoz
1/4 demet dereotu
1 çay kaşığı kuru nane
Bir tutam tuz
4 tatlı kaşığı domates salçası
Bir fiske karabiber
Bir fiske kimyon
1 su bardağı kaynar su + 1 çay bardağı kaynar su

Yapılışı:


Biberleri yıkadıktan sonra, sap kısmından tencere kapağı gibi kesip iç çekirdeklerini temizleyin.

PATLICANLI PİLAV TARİFİ


Malzemeler (3 kişilik):

2,5 çay bardağı pirinç
1 adet büyük domates (veya iki küçük domates)
1 adet biraz iri ve uzun patlıcan
2 yemek kaşığı sirke
Yarım kuru soğan
Yarım çay bardağı sıvı yağ (tercihen zeytinyağı)
3 çay bardağı kaynar su
Bir tutam tuz
2 damla limon suyu
Yarım kesme şeker
Kızartmalık yağ

Yapılışı:

Patlıcanları güzelce yıkayıp, baş kısmını kesin ve küp küp doğrayın.

27 Şubat 2014 Perşembe

ISPANAKLI GÖZLEME TARİFİ


Malzemeler (1-2 kişilik):

Yarım yufka
100 gram ıspanak
Kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir
Bir tutam pul biber (isteğe göre)
Bir fiske karabiber (isteğe göre)
4 yemek kaşığı sıvı yağ (tercihen  zeytinyağı)

Yapılışı:

Yarım ay şeklindeki yufkayı tezgaha yayın.

YANIK İYİLEŞTİRİCİ KANTARON YAĞI


Yaklaşık 10 sene önce bir gece yanlışlıkla bacaklarımın üst kısmına kaynar su dökülmüştü. Size acısını tarif edebilmem mümkün değil, sanırım acıyla bağırma sesim tüm siteyi uyandırmıştır.

Neyse ki evde sürekli fazla fazla yanık merhemi bulundururum.

Her iki bacağımı soğuk suya tuttum ve yanık merhemlerini her bacağımın üst kısmına birer tüp bitirmek üzere bol bol sürdüm.

Benki ilaç kullanmayan insan, acıdan bir tane de ağrı kesici ilaç aldım ve sabah olmasını bekledim.

Sabah erkenden ailemi arayıp beni hastaneye götürmelerini rica ettim.

Doktor yanıklara baktığında çok ileri derece olduğunu, sürekli yanık merhemi sürmem gerektiğini söyledi ve en korktuğum şeyi ekledi: Ne yazık neredeyse tüm deri eridiğinden iz kalacak!!!

Ailemin arabasına binip ağlaya ağlaya onların evine gittim. Çünkü acıdan çok rahat yürüyemiyordum.

O gün çok sevdiğim bir arkadaşımla telefonda konuştuk ve üzüntüyle durumu anlattım. "Ben hemen geliyorum" diyerek yaklaşık 1 saat sonra ailemin evine beni ziyarete geldi.

Elinde bir şişe ve içinde kırmızı bir sıvı vardı.

"Bu kantaron yağı. Annem evde kendisi yapıyor. Yanık merheminle beraber bunu da her defasında sür, eminim iz kalmayacak" dedi.

Kaybedecek bir şeyim olmadığından "peki" diyerek yağı aldım ve o günden sonra yaklaşık 3 hafta boyunca sürekli kremle beraber bu yağı sürdüm.

Bu arada mevsimin kış olduğunu söyleyeyim. Ayağımda yün çorap, ama yanıklardan dolayı mecburen bir şortla dolaşıyordum. Banyo yapmak ise işkenceydi. Bacaklarıma hiç su değdirmeden canım annemin yardımlarıyla başımı eğerek saçlarımı ve vücudumun üst kısmını yıkadım.

3 hafta sonra yanıklarım epey düzelmişti ve yeni deri oluşmuştu, üstelik de doktorun bahsettiği gibi çukurluk gibi bir şey de olmamıştı.

Ve doktora gittim.

Doktor kapanmış yanık izlerime bakınca: "Ne kadar çabuk ve iyi iyileşmiş... Sözümü geri alıyorum kesinlikle iz kalmayacak.. Ama bu durum çok nadir görülür. Bu kadar büyük yanıklarda kesin iz kalır" dedi.

3 haftadan sonra 10 gün daha sadece kantaron yağı sürdüm.

İnanamıyordum bacaklarımda tek bir iz bile kalmamıştı. Çok mutlu oldum.

O günden beri evde her zaman yanık merhemimle beraber kantaron yağını da bulundururum.

Eğer kırmızı kantaron çiçeği bulabilirsem kendim yapıyorum (kırmızı dediğime bakmayın adı öyle geçiyor. Yoksa morla-pembe arasında bir renkte. Sarı kantaron çiçeği de vardır ama yanıklar için kırmızı kantarondan yapılan yağ kullanılır). Bulamazsam özellikle ayvalık tarafına gittiğimde yol üzerinde geçtiğim köylülerden satın alıyorum.



Yanıkları çok yüksek derecede iyileştirme ve acısını alma özelliği bulunan kantaron yağını evinizden eksik etmemenizi tavsiye ederim.



Sağlıklı günler dilerim :o)
Not: Kantaron yağı geçmişte yanarak iz kalmış bölgede etkili olmaz. Sadece yanık yeni olduğunda kullanılırsa iz kalmayacak şekilde iyileştirir.


26 Şubat 2014 Çarşamba

KIYMALI YUMURTA NASIL YAPILIR?


Malzemeler (2 kişilik):

2 adet yumurta
100 gram kıyma
1 adet küçük kuru soğan
2 adet sivri biber (ya da 5 adet acı kıl biber)
1 tatlı kaşığı salça (isteğe göre domates ya da biber)
1 yemek kaşığı sıvı yağ (tercihen zeytinyağı)
Bir tutam tuz
Bir fiske karabiber
Bir fiske kimyon

Yapılışı:

Soğanı yemeklik, biberleri de küçük küçük doğrayın.

GENÇLİK İKSİRİ KUŞBURNU ÇAYI


Bir zamanlar Tansu Çiller'in Türkiye'ye tanıttığı kuşburnu çayının gençleştirdiği yaygınlaşmıştı. Belki henüz duymayanlar olabilir diye bu konuya tekrar değinmek istedim.

Kuşburnu çayının çok fazla faydaları var. Hatta bir gramında portakaldan daha fazla C vitamini olduğu söylenebilir.

Taze kuşburnu meyvesi

Bu yazıda amacım size özellikle gençleştirdiği ile ilgili bilgi vermek.

Yaşlanmamızın en büyük sebeplerinden biri hücrelerimizin yaşlanmayı hızlandıran serbest radikaller üretmesidir. İşte kuşburnu çayı tam da bu aşamada devreye giriyor ve bu yönden yaşanan yaşlanmayı engelliyor.

Kuşburnunu poşetlerde ya da meyve halinde bulabilmek mümkün ki ben poşet çaydan uzak durmanızı mümkünse her tür çayı evinizde taze olarak demlemenizi öneririm. Mutlaka işini çok iyi yapan firmalar da vardır ama inanın poşetlerin içine karmakarışık tozların ve bitkilerin girdiği üretimler de var.

Bu nedenle işinizi sağlama alıp kuşburnu meyvesi satın alın. Özellikle kurumuş halde bulabilmeniz oldukça kolay.

Kurumuş kuşburnu meyvesi
Gelelim nasıl hazırlandığına:

Malzemeler (1 kişilik):

1,5 su bardağı kaynar su
4-5 adet kuşburnu meyvesi

Yapılışı:

Demlemeye başlamadan önce kuşburnu meyvelerini soğuk suda bekletme usulüyle yıkayın.

Yıkanmış kuşburnu meyvelerini kaynar suda uzun müddet kaynatın. Kuşburnunun yumuşayıp renginin ve öz suyunun çıkması biraz vakit alır. Bu nedenle kısık ateşte su iyice kırmızılaşana kadar kaynatmanız gerekir.

Demlenmiş kuşburnu çayını süzerek içebilirsiniz.

Günde 4-5 bardak içmek mümkün.

İçerdiği C vitamininden dolayı akşam saatlerinde tüketmemenizi öneririm, yoksa uykunuz kaçabilir.

Demliğin içinde kalmış posasına da iki parça pamuk bandırıp bu pamukları gözlerinizin üzerine koyarak 15-20 dakika bekleyin. Bu işlem de göz çevresinde oluşan kırışıklıkların giderilmesi için yapılır.

Eğer poşet çay kullanıyorsanız bir bardak kaynar suya poşeti daldırarak suyun rengi değişene kadar bekleyin. Daha sonra poşetleri yine pamuk işleminde yaptığınız gibi gözlerinizin üzerine koyarak bekletebilirsiniz.

Güzel günler dilerim :o)


25 Şubat 2014 Salı

ÇITIR PATATES TOPLARI TARİFİ


Malzemeler (9 adet patates topu için):

1 adet orta boy patates
2 su bardağı su
1 çay bardağı taze kaşar peyniri rendesi
Bir tutam tuz
Bir fiske karabiber
Bir fiske kimyon
Bir fiske pul biber (acı sevenler için)
1 yumurta
2 yemek kaşığı un
2 yemek kaşığı galeta unu
Kızartmalık yağ (ben fındık yağı kullanıyorum)

Yapılışı:

Patatesin kabuğunu soyup gelişi güzel küpler halinde doğrayın.

KALE CAFE & PASTANE (Rumeli Hisarı - İstanbul)



İstanbul'da yaşamanın en güzel yönlerinden biri de boğaz ve deniz manzarasıdır. Hele de bu güzelliğe bakarak kahvaltı yapıyorsanız yediklerinizin tadı kesinlikle daha da güzel gelir.

Bir arkadaşımla bu güzelliği yaşayabilmek için Rumeli Hisarı'na çok yakın bir konumda bulunan Kale Cafe & Pastane'ye gittik.

Mekan iki katlı ama birinci katı ikinci katından daha büyük. Hatta birinci katı için iki ayrı salondan oluşuyor diyebilir (sanırım ikinci salon sonradan katılmış).

24 Şubat 2014 Pazartesi

TAVADA PİRZOLA IZGARA TARİFİ


Genelde evlerde pişirilen et kurur ve lezzeti gider. Bu sebeple evde pirzola pişirmenin püf noktalarını yazmak istedim.

Malzemeler (3 kişilik):

6 adet pirzola (isteğe göre pirzola miktarını fazlalaştırabilirsiniz)
2 yemek kaşığı sıvı yağ (tercihen zeytinyağı)
Bir tutam tuz
Bir fiske karabiber
Bir tutam kekik

Yapılışı:

Pirzolalar eğer buzlukta duruyorsa "Et Nasıl Çözdürülür?" yazısında bahsedilen tarzda çözdürün.

SU TASARRUFU NASIL YAPILIR?



Resimdeki manzara ne kadar güzel değil mi? Ancak insanların doğayı hor kullanması sonucu, bu tür manzaraları, belki de sadece resimlerde yaşayabilir hale geleceğiz.

Hayatımızdaki en önemli unsurlardan biri, su. Ne yazık ki küresel iklim değişiklikleri, mevsim anormalleri, buzulların erimesi, gereğinden fazla sıcak bir kış mevsimi derken ülkemizin birçok bölgesinde susuzluk baş göstermeye başladı. Çevremde gördüğüm kadarıyla benim gibi bir çok kişi de bu konuda oldukça endişeli.

Ancak yine ne yazık ki bu sorunu bilmelerine rağmen, sanki bir anda mucizevi bir çözüm olacakmış gibi yaklaşanlar da dolu. Örneğin geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken susuzluk endişemden bahsedince "Amaaann boşuna endişeleniyorsun, 80'li yıllarda da böyle bir sorun çıkmıştı bak susuz kalmadık. Zaten başka kaynaklardan su gelmesi için girişimler başlamış, borular döşenmiş" diye cevap verdi. Duyduklarıma gerçekten inanamadım. Zaten bu yazıyı da bunun üzerine yazmaya kesin karar verdim.

Su olmadığı takdirde toprak çok verimsiz bir hale gelecek, besinler azalacak, enerji kısıtlamaya ya da zamlanmaya gidecek, virüsler çoğalacak ki bu da hastalıkları beraberinde getirecek gibi çok uzun bir liste yapmak mümkün.



Bu yazıdaki amacım su olmadığında başımıza neler geleceğinin listesini yapmaktan ziyade, suyu nelere dikkat ederek, daha az ve tasarruflu kullanırız.

Kendime göre suyu idareli kullanmak üzerine maddeler oluşturdum:

* Ellerinizi yıkarken önce sabunu elinize alıp, sonra suyu açın, böylece sabunu alma sürenizde su boşa akmaz,

* Aynı yöntemi dişlerinizi fırçalarken ya da tıraş olurken de uygulayabilirsiniz. Önce diş fırçasına macunu sıkın, sonra musluğu açıp suda biraz ıslatıp tekrar musluğu kapatın, ağzınızı durulama aşamasına geçtiğinizde tekrar suyu açıp ihtiyacınız kadar ve hızlı bir şekilde kullanıp kapatın. Kısaca elinizin suya gitmediği her an suyu kapatın.

* Bulunduğunuz ortamdaki tüm muslukları bu yazıyı okur okumaz mümkünse kontrol edin. Çoğu kişi sadece lavabo musluklarına bakar, klozetin içinde azar azar ya da damla damla akan suyu görmez. Lütfen klozetin bulunduğu yere dikkatlice bakın. Sifona yeni basılmadıysa ya da musluğu kullanılmadıysa dibindeki su hariç klozetin yan duvarlarında bir ıslaklık olmamalı. Özellikle musluğa yakın duvarında bir ıslaklık görüyorsanız, klozet musluğu ya da sifonu su kaçırıyor demektir. Hemen tamir ettirin.

* Genelde klozetlerin arkasına takılan sifonlar (duvar içine monte değilse), her basışta yaklaşık 16 litre su harcar. Bunu engellemek için çok basit bir yöntem uygulayabilirsiniz. 1,5 litrelik 2 adet pet şişenin içine ağzına kadar su doldurun (ağırlık yapması açısından) ve sifonunuzun içinde kenar kısma bu şişeleri yerleştirin. Artık sifona her bastığınızda 13 litre su harcayacak. Merak etmeyin sifondaki su temizleme gücünden bir şey kaybetmiyor.

* Banyo yaparken kesinlikle küvet doldurmayın. Sadece duşun altında yıkanın. Vücut sabunlamaya sıra geldiğinde, sabunlanacağınız bezi köpürtüp hemen suyu kapatın ve vücudunuzu su kapalıyken köpüklü bezle yıkayın. Tüm vücudunuzu sabunlama işleminiz bittiğinde suyu açıp durulanın. Çünkü sabunlanma işlemi süresi boyunca su çok fazla boşa akar.

* Klasik duş başlıkları yerine aeratörlü denilen suyu daha az harcayan duş başlıkları kullanın.

Aeratör duş başlığı
* Meyve ve sebzeleri mutfak leğeni içine su doldurarak ve bekletme yöntemiyle yıkayın. Kesinlikle musluk altında ovalayarak yıkamayın.

* Meyve ve sebzeleri yıkadığınız suyu duruma göre iki türlü kullanabilirsiniz. Eğer meyve sebzeyi yıkarken üzerindeki ilacın gitmesi için sirke gibi maddeler katıyorsanız bu suyu çok rahatlıkla balkon yıkama, klozeti yıkama gibi işlemlerde kullanabilirsiniz. Ayrıca sirkenin ev temizliğinde çok yararlı bir temizleyici olduğunu da hatırlatmak isterim (sirkeli suyla halılarınızı sildiğinizde ne kadar parladıklarına inanamayacaksınız).

* Meyve ve sebzeleri düz suda yıkıyorsanız, bu suyu çiçeklerinizde kullanabilirsiniz.

* Kesinlikle elde yıkama yapmayın, bulaşık makineniz varsa mutlaka makinede yıkayın. Yapılan en büyük hatalardan biri bu maddedir. "Ay 5 dakikada bitiririm" mantığıyla litrelerce su harcanır.

* Bulaşık makinesini çalıştırmak için tam olarak dolmasını bekleyin.

* Eğer bulaşık makineniz yoksa sabunlama işlemini bulaşık leğenine su koyup, içine deterjan ekleyerek yapın, akan suyun altında sadece çok hızlı bir şekilde durulayın. Mümkünse bulaşık yıkarken sohbet etmeyin ve televizyon izlemeyin. Ne yazık ki bu gibi durumlarda harcama miktarı çok daha fazla artıyor.

* Makarna, mantı, sebze haşlama gibi gıdaların sularını lavaboya dökerek süzmeyin, pişmiş gıdayı içinden kevgirle alıp, suyu bir kenarda tutun. Daha sonra bu pişirme sularıyla istediğiniz bir çorbayı yapabilirsiniz. Hem çorbanızın tadı daha güzel olacaktır.

* Buzluktan çıkarttığınız gıdaları hiçbir şekilde suda bekleterek çözmeyin. Zaten bir yazımda da bahsetmiştim, et bu şekilde çözüldüğünde suyu kaçıyor tatsız ve kuru bir hale geliyor (bakınız: et nasıl çözdürülür?). Bu nedenle bir gece önceden buzdolabının normal katına alarak çözdürün.

* Türk insanı olarak çaya, özellikle de demlenmiş çaya çok düşkünüz. Evlerimizde, iş yerlerimizde çoğunlukla demleme çay yapılır. Çay arttığında ise çoğu kişi bunu lavaboya, posasını ise çöpe döker. Halbuki tüm bitkiler için doğal bir besleyicidir. Soğumuş çayı posasıyla birlikte bitkilerinize dökerseniz, hem bitkiyi ekstra sulamak durumunda kalmazsınız hem de bitkiniz coşar (her tür bitkide rahatlıkla kullanabilirsiniz).

* Evinizde kullandığınız kızartma yağlarını kesinlikle lavaboya dökmeyin (doğada olan birazcık su da kirlenmesin), daha önceden boşalmış bir yağ tenekesinin içinde biriktirip 5 litre olduğunda bağlı bulunduğunuz belediyeyi arayarak evinizden almalarını rica edin. Bu yağlar daha sonra otomotiv ve makine sanayinde kullanılabilir hale getiriliyor. Böylece doğayı biraz daha kurtarıyoruz.

Belki bulunduğunuz il ya da ilçede henüz bir su sıkıntısı olmayabilir. Ancak şu anda öncelikle büyük şehirlerde baş gösteren bu sıkıntı sonucu, belki de sizin bulunduğunuz bölgeye borular döşenerek suyun bir kısmı su sıkıntısı yaşayan şehirlere verilecek. İşte o zaman bu listeye gerçekten ihtiyacınız olabilir.



Susuz kalmamak dileğiyle..

Sevgiler...


23 Şubat 2014 Pazar

ZEYTİNYAĞLI BARBUNYA PİLAKİ TARİFİ


Malzemeler (6 kişilik):

Yarım kilo taze iç barbunya
1 adet havuç
1 adet kuru soğan
8 diş sarımsak
Yarım yemek kaşığı domates salçası
1 büyük domates
1 çay bardağı zeytinyağı
8 adet kesme şeker
Bir tutam tuz
3,5 su bardağı su
1/3 demet maydanoz

Yapılışı:

Soğanı yemeklik doğrayın.

MİDE VE BAĞIRSAK GAZINI GİDEREN REZENE TOHUMU ÇAYI



Sindirim sistemimiz bazen yediğimiz gıdalardan, hızlı yemekten, ayaklarımızı üşütmekten ya da farklı bir sebepten gaz oluşumuna neden olur.

Mide ve bağırsak gazları her birey için çok rahatsız edicidir ve bazen iki büklüm kalmamıza neden olan ağrılara da yol açarlar.

Çocukluğumuzdan beri annelerimiz özellikle ayaklarımızı üşütmememiz konusunda bizleri hep uyarır ki bence de ayakların üşümesiyle gaz oluşumunun direk bir bağlantısı var.

Rezenenin kökü, yaprakları, tohumu bir çok şekilde kullanılır.

Özellikle rezene tohumunu, çay haricinde baharat olarak da kullanmanız mümkün. Bana göre biraz ıtırlı hafif de anasonumsu bir kokusu ve tadı var.

Bu yazımda rezene tohumu çayının faydalarından bahsetmek istiyorum:

* Sindirim sistemini düzenler,
* Mide gazlarını giderir,
* Bağırsak gazlarının vücuttan atılmasını sağlar,
* Öksürüğü giderir (ancak bence öksürüğü hatta astım ve bronşit öksürüğünü bile gideren en iyi yöntem keçi boynuzu çayıdır)
* Anne sütünü arttırır,
* Kişiyi gevşeterek rahat bir uyku sağlar,

Rezene tohumu çayı rahatlıkla gaz sıkıntısı yaşayan bebeklere de verilebilir.

Ayrıca içeriğindeki zengin potasyum ve sodyumla iyi bir mineral kaynağıdır.

Rezene Tohumu çayı tarifi:

Malzemeler (1 kişilik):

1 tatlı kaşığı rezene tohumu
1 bardak kaynar su

Yapılışı:

havanda ezilmiş rezene tohumları
Rezene tohumlarını havanda tokmakla ya da arzu ettiğiniz başka bir yöntemle olabildiğince ezin.

Bir bardak kaynar suya ezilmiş tohumları atıp, ağzı kapalı bir şekilde 10 dakika demlenmeye bırakın (kesinlikle pişirmeyin, sadece sıcak suyun etkisiyle demlenmesi gerekiyor).

10 dakika sonra süzgeçle süzerek servis bardağına koyabilirsiniz.

Şifa olsun :o)


PAÇANGA BÖREĞİ TARİFİ VE YAPILIŞI


Malzemeler (6 kişilik):

1 adet yufka
6 ince dilim pastırma (zevke göre çemenli ya da çemensiz olabilir)
2 adet domates
200 gram taze kaşar
Kızartmalık sıvı yağ (ben fındık yağı kullanıyorum)
1 çay bardağı su

Yapılışı:

Yufkayı tezgaha serin ve 6'ya bölün (aynı sigara böreğinde böldüğünüz gibi. Ancak bu börekte yufka dilimlerinin daha büyük olması gerekiyor, bu nedenle sadece 6'ya bölmeniz yeterli).

SYMBOL CAFE & RESTAURANT (Beşiktaş - İstanbul)



Geçenlerde bir arkadaşımla öğle yemeğinde Beşiktaş'ta buluştuk. Ev yemeklerini çok sevdiğimden Şair Nedim Caddesi üzerindeki Symbol Cafe & Restaurant'a gitmeyi teklif ettim.

Kısa süre önce Beşiktaş çarşısının içinde bulunan mekan, Şair Nedim Caddesi üzerindeki yeni yerine taşınmış. Bulunduğu caddenin üzerinde genelde "fine dining" denilen tarzda yemek yapan ve bir öğretmen için lüks olan restaurantlar var.

Bu nedenle başta insana buranın da pahalı bir mekan olacağı imajını veriyor. Ancak yazının devamını okuduğunuzda da anlayacağınız gibi, o pahalılığa direnen bir mekan diyebilirim. Özellikle öğle saatleri o kadar kalabalık oluyor ki, sanırım fiyatları uygun bir aşamada tutup sürümden kazanıyorlar.

Symbol Cafe & Restaurant iki katlı ve bana göre çok zevkli döşenmiş bir yer. Ahşap masaların sıcaklığı, kırmızı - kahverengi tonlardaki sandalyelerle ve duvardaki 4 adet iskambil kağıdı desenindeki aynalarla (kupa, sinek, karo, maça) birleşince çok samimi ve bir o kadar da özgün bir yer olmuş.



Bir duvarda da televizyon var, böylece tek başınıza bile yemek yeseniz arada televizyona bakarak keyif yapabiliyorsunuz. Hemen belirteyim, televizyonun sesi açık değil ki bence en güzeli.. Belki önemli maçların olduğu bazı akşamlarda, mekana gidip yemek yerken maçı da izlemek mümkün olabilir :o)

Mekanda sadece çok hafif bir müzik sesi var, ama ses düzeyi öyle güzel ayarlanmış ki ne sohbetinizi bölüyor ne de sizi pür sessizlikte bırakıyor.

Mekanın dışında 3 adet masa bulunuyor. Benim için en güzeli ise her masanın üzerine bir ısıtıcı konulmuş olması. Böylece hangi masada oturursanız oturun, üşümüyorsunuz.

Gelelim yemeklere: En başta ev yemekleri sevdiğim için burayı tercih ettiğimi yazmıştım. Garson masaya her gün içeriği değişen "Günün Yemekleri" menüsünü ve et yemeklerinden tutun da makarna, pizzaya kadar bir sürü seçeneği barındıran ana menüyü getirdi.



Günün menüsünden soğuk siparişlerimizi verdik.

İlk olarak zeytinyağlı brüksel lahanası geldi. Havuçlar kare kare kesilmişti ve görüntüsü çok hoşuma gitti. Muhtemelen evde arada kendim de bu şekilde doğrarım :o) Bence sebze yemeklerinde en zoru sebzeyi pişirirken pelteleştirmemek ya da çiğ bırakmamak. Burada yediğim zeytinyağlı brüksel lahanası ise tam kıvamındaydı. Arkadaşım da çok beğendi. Kesinlikle tuzu ve şekeri de tam ölçüsündeydi.



Ardından çoban salata beyaz şık bir tabağın içinde, yeşilli kırmızılı parlayan güzel renklerle sofraya konuldu. Zeytinyağı, limon sosu, nar ekşisi gibi soslar ise yanında geldi ki bence en güzeli bu. Çünkü arkadaşım az limonlu severken ben biraz ekşi seviyorum. Bu nedenle salatayı kendi tabaklarımıza paylaştırdıktan sonra istediğimiz miktarlarda sosunu ekledik. Normalde çoban salata soğanlı olur ama günün ortası olduğundan ve ikimiz de çalıştığımızdan soğan kokmak istemedik ve baştan garsona soğan konulmamasını rica ettik. Bazı mekanlarda bu salatanın sebzeleri çok önceden doğranıp bekletildiğinden pörsümüş oluyor. Ancak burada anladığım kadarıyla sipariş verildiği anda taze taze yapılıyor, bu nedenle hem domates hem de salatalık çok tazeydi.



Ana yemek olarak kendime tavuklu ve nohutlu pilav söyledim. Şunu söyleyebilirim ki, hem tavuk hem de nohut bol bol konulmuş ve çok güzeldi. Nohut tam kararında pişirilmişti. Pilav ise resimde de gördüğünüz gibi tane taneydi ve yağı çok iyi ayarlanmıştı.



Eh tavuklu ve nohutlu pilav cacıksız olmaz diye düşünerek ekstradan cacık da istedim. Bir koca kase geldi desem yalan olmaz. Gerçekten ye ye bitmedi, bir kısmını yiyemedim bile o kadar çoktu. Genelde cacığın içerisinde rendelenmiş salatalık sevmem çünkü ağzımda kıtır kıtır olmasını isterim. Burada da rendelenmişti ama anladığım kadarıyla büyük parçalar halinde rendelenmiş, çünkü küp küp kesilmiş halindeki gibi kıtırlık vardı. Cacığın kıvamı da ne çok sulu ne de çok yoğundu. Buranın aşçısı gerçekten işini çok iyi biliyor.



Arkadaşım ise günün yemeklerinden değil sabit menüden bir ana yemek seçti: "Pizza". Resimde de göreceksiniz, pizzanın kenarları burulmuş ve kıtır kıtır. Arkadaşım bir lokma aldı ki gözleri parladı "Lütfen bir dilim al tadına bak, bayılacaksın" dedi. Malzemenin altındaki incecik hamur, bol malzeme ve uzayan bir peynirle gerçekten harikaydı. Size bu aşamada küçük bir sır vereyim. Pizzayı bildiğimiz yufkadan yapmışlar, tek kelimeyle bayıldım, evde mutlaka deneyeceğim. Belki yapanlarınız vardır ama yufkadan bu şekilde pizza yapmak benim hiç aklıma gelmemişti.



Ana yemeklerimiz bittiğinde o kadar doymuştuk ki tatlı söyleyecek yerimiz kalmadı. Bu nedenle kahvelerimizi sipariş ettik. Kahvelerin yanındaki mini mozaik pastanın görüntüsüne hayran kaldım. Benim tatlıyla pek aram yoktur bu nedenle benimkini de arkadaşım yedi :o) Fikrini sorduğumda "Daha olsaydı yerdim neyse ki miniymiş" diye cevap verdi :o)



Ve sanırım günün en ilginç olayı. Bu mekanda kahve ve tarot falı da bakılıyor :o) Bu nedenle kahvelerimizi içtikten sonra eğlence olsun diye fallarımıza da baktırdık. Söylenenler çıkar mı çıkmaz mı orasını bilemem, benim inancım her zaman "fala inanma, falsız kalma" yönünde. Ancak günün sonunda bizim için hoş bir deneyim oldu.

Başta fiyatlarla ilgili biraz bilgi vermiştim, hatta günlük menünün resmini de bulacaksınız. Orada fiyatları görebilirsiniz. Benim için gelen hesap onca pahalı restaurantın arasında bulunan bir mekan açısından düşünülürse çok çok uygun. Üstelik de gelen yemeklerin hepsi dolu dolu ve çok lezzetliydi. Hani "ucuz etin yahnisi" durumu bu restaurant için kesinlikle geçerli değil.

Symbol Cafe & Restaurant'a tekrar geleceğimden eminim. Bu mekanı her şeyiyle çok beğendim.

Sevgiyle kalın :o)



21 Şubat 2014 Cuma

FAVA TARİFİ (FAVA NASIL YAPILIR?)


Malzemeler (8 kişilik):

2 su bardağı dolusu kuru iç bakla
1 orta boy soğan
1 orta boy havuç
Yarım çay bardağı zeytinyağı + 2 yemek kaşığı zeytinyağı
3,5 su bardağı su
3 adet kesme şeker
Yarım demet dereotu
Yarım limon suyu
Bir tutam tuz

Yapılışı:

Soğanın kabuğunu soyup gelişi güzel 5-6 parçaya bölün.

SAÇ DOSTU BİBERİYE YAĞI



Özellikle biz kadınlar belli bir yaştan sonra saçımızı boya, fön gibi işlemlere maruz tutarak çok fazla yıpratıyoruz.

Gerçi saç sadece bu sebeplerle yıpranmıyor. Büyük şehirlerde yaşamanın getirdiği stres ve kötü hava koşulları da saçların yıpranmasında büyük rol oynuyor.

Biberiye yağı birçok faydasının yanı sıra, yıpranmış saçı da iyileştirmekte etkili oluyor.

Saçla ilgili faydaları şöyle sıralanabilir:

* Zayıf saçları güçlendirir,
* Saç kırılmalarını ve kopmalarını azaltır,
* Saçı nemlendirir ve kuruluğunu giderir,
* Saç derisindeki kuruluğa bağlı kaşıntıyı engeller,
* Saç derisindeki kan dolaşımını hızlandırır,
* Saçın daha güçlü ve çabuk uzamasına yardımcı olur,
* Saçı besler,
* Saçta kepek oluşumunu önler.

Listeden de anlayabileceğiniz gibi saçın gerçek bir dostudur.

Nasıl uygulanacağına gelirsek:

Malzemeler:

3 yemek kaşığı biberiye yağı
2 yemek kaşığı acı badem yağı (tatlı badem yağı saça zarar vermez ama çok da büyük fayda sağlamaz, saç için acı badem yağı kullanmak gerekir)
1 yemek kaşığı zeytinyağı

Yapılışı:

Malzemeler listesindeki tüm yağları karıştırın.

Kuru saça sürüp 10 dakika masaj yapın.

Masaj bitince saç bonesi, strech folyo veya torba ile saçı tamamen kapatın (bu şekilde yağlar saça daha iyi nüfus edecektir). Yaklaşık 45 dakika bekleyin.

Daha sonra saçınızı yıkayabilirsiniz.

Güzel günler dilerim :o)


20 Şubat 2014 Perşembe

BADEMLİ PİLAV TARİFİ


Malzemeler (8 kişilik):

1 su bardağı badem (kabuksuz ve tuzsuz bulabilirseniz iyi olur. Bulamazsanız kuruyemişçilerde satılan normal kabuklu tuzlu badem de olabilir)
2 su bardağı pirinç
3 su bardağı kaynar su
İki damla limon suyu
1 adet kesme şeker
1 çay bardağı sıvı yağ (tercihen zeytinyağı)
1 yemek kaşığı tereyağ
Bir tutam tuz

Yapılışı:

Eğer aldığınız bademler kabuklu ve tuzluysa, tuzunu ve kabuğunu çıkartmanız gerekiyor.

TAVUĞUN BOZUK OLUP OLMADIĞINI NASIL ANLARSINIZ?



Tavuk yemeklerinin her türünü çok severim. Özellikle organik tavuk bulunabilirse marketlerden alınanlardan daha farklı bir tada ve kokuya sahip oluyor ve yemeğe doyulmuyor.

Ancak özellikle tavuk gibi et ürünlerinde en büyük kaygım taze olup olmadıkları. Çünkü bozuk olan tavuk ya da balık (balığın tazeliği konusunda daha ileride bilgi vereceğim), zehirlenmelere hatta ölümlere yol açabilir.

Bunun için size (gittiğim bir yemek kursundaki şefimizin bize anlattığı) birkaç yöntemi tavsiye edeceğim.

Öncelikle duyularınıza güvenin. Özellikle çok sık yemek yapıyorsanız çiğ tavuğun kokusunu, görüntüsünü ve dokusunu tahmin edebilirsiniz.

Yöntemleri sıralarsam:

* Önce bulunduğu buzdolabının derecesine bakın. Her markette et ürünlerinin bulunduğu buzdolabının bir köşesinde mutlaka derecesi yazar. Bu derece 5'in üzerindeyse oradaki etlerden şüphe duymanız gerekir çünkü bakteri üremesine elverişli bir ortamda bulunuyorlar demektir.

* Tavuğun genel görüntüsüne bakın. Çok fazla su salmamış olmalı. Çok fazla su salan tavuk sıcakta kalmış demektir ve bu nedenle sulanır.

* Renginde morarma, sararma, yeşerme gibi farklılıklar görüyorsanız elinizi bile sürmeyin derim.

* Tavuğun karnına doğru parmağınızı bastırıp biraz ileri - geri hareket ettirin. Eğer eti ya da derisi bu bastırmayla parçalandıysa bozuk olduğunun bir işaretidir (Bu işlemi yaparken paketin üzerine tırnağınız batırmayın sadece parmağınızın etli kısmıyla bastırın). Ayrıca bastırıp bıraktıktan sonra tavuğun eti kısa sürede tekrar düzelmeli basık kalmamalı.

* Tavuk paketini elinize alıp koklayın. Genelde az çok çiğ tavuk kokusu bilinir. Eğer burnunuza gelen ağır, ekşi vs. gibi bir koku varsa o tavuğu satın almayın.

* Marketlerdeki organik tavuklar ne kadar gerçek organik o kısmını bilemem. Ama belki psikolojik olarak elim daha çok organik tavuklara gider.

En güzeli tanıdığınız ve güvendiğiniz bir çiftlikten tavuk satın almaktır. Bu şekilde tazeliğinden yüzde yüz emin olabilirsiniz.

Tavuğu satın aldıktan sonra mümkünse hemen o gün tüketin.

Eğer o gün tüketmeyecekseniz buzdolabında en fazla 1 gün, daha geç pişirecekseniz de buzlukta bekletin.

Hatta tavuğu bütün halde kullanmayacaksanız kendiniz parçalara ayırıp (Bakınız: Tavuk Nasıl Parçalanır?) bu şekilde de saklayabilirsiniz.

Kolay gelsin :o)



YOĞURT NASIL YAPILIR?


Bugünlerde marketlerde sıklıkla organik yoğurt görüyorum. Hatta birkaç defa da aldım ama bence evdeki yoğurdun yerini hiçbiri tutmuyor.

Öncelikle evde yaptığınız yoğurt mis gibi süt kokacaktır. Ayrıca içine katılan tüm malzemenin de yüzde yüz doğal olduğuna emin olacaksınız.

Üstelik evde yoğurt yapımı birçok kişinin gözünde büyüttüğü gibi zor değil, aksine püf noktalarına dikkat ettiğiniz sürece çok kolay.

Malzemeler (500 gram yoğurt):

1 litre süt (eğer güvendiğiniz bir sütçü varsa ondan almanızı tavsiye ederim. sütçünüz yoksa bu durumda pastörize günlük süt alabilirsiniz ki ben bu defa pastörize günlük sütle yaptım. Pastorize zaten sütün önceden kaynatılmış olduğunu gösterir. Bu nedenle kaynatmanıza gerek yoktur. Ancak taze süt alıyorsanız mutlaka kaynatmanız gerekir)
100 gram yoğurt (yaklaşık 1 dolu dolu yemek kaşığı)

Yapılışı:

Öncelikle ellerinizi çok iyi yıkayın çünkü sütün ısı derecesini serçe parmağınızı süte batırarak ölçeceksiniz (tabi dereceniz yoksa, eğer dereceniz varsa işiniz daha da kolay).

100 gram yoğurdu bir kasenin içinde tahta kaşıkla güzelce çırpın ve daha sonra kullanmak üzere bir kenarda bekletin (oda sıcaklığında beklesin, buzdolabında soğumamalı)

Kullandığınız süt pastörize ise sütü bir tencerede sadece ısıtmanız yeterli (en güzel sonucu içi sir kaplanmamış yani cilalanmamış toprak tencerede alacaksınız -sirli toprak tencerelerde yoğurt daha sulu olur-. Eğer elinizde toprak tencere yoksa çelik tencere de kullanabilirsiniz). Ne kadar ısıtacağınıza gelirsek:

Serçe parmağınızı ısınmış sütün içine batırın ve 7 saniye bekleyin. 7 saniye boyunca serçe parmağınız ısıya dayanabiliyorsa yoğurt yapmak için sütü mayalama işlemine geçebilirsiniz. Tabi ki parmağınızda yanık oluşmamalı bu nedenle dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Bu arada bir ekleme daha yapayım. Eğer evinizde sütün ısısını ölçebilecek derece varsa 47 - 48 derece ısı yeterli olacaktır.

Eğer süt bahsettiğim ısıya geldiyse ateşin altını söndürün (eğer taze süt kullanıyorsanız bu durumda sütü fokurdayana kadar kaynatıp altını kapatın ve yine serçe parmağınızla test yapabileceğiniz aşamaya gelene kadar soğumasını bekleyin).

Oda sıcaklığındaki yoğurda 3 yemek kaşığı tenceredeki sütten ekleyerek tahta kaşıkla iyice karıştırın. Böylelikle yoğurt da ısınmış olacaktır. Ardından tenceredeki yoğurdu yine aynı tahta kaşıkla ekleyip aynı yöne olmak üzere sadece 2 daire yapacak şekilde karıştırın (sadece 2 defa çevirmeniz yeterli, daha fazlası sütü soğutacaktır).

Hemen ardından tencerenin kapağını kapatın.

Tezgahın ya da masanın üzerine yün bir battaniye, hırka gibi bir eşyayı yayın. Tencereyi kapağı kapalı olarak battaniyenin ortasına koyup, hava almayacak şekilde sıkıca kapatın.

Mümkünse rüzgar almayan ve serin olmayan bir yerde (hatta kalorifer yanı olabilir) bir gece bekletin (yaklaşık 8 saat).

Ertesi güne yoğurdun mayalandığını göreceksiniz.

Ev yoğurtlarında katkı maddesi olmadığından marketlerden alınanlardan biraz daha suludur.

Ben bu nedenle bu aşamada yoğurdu, süzme yoğurt haline getirip o şekilde kullanmayı tercih ediyorum.

Bir başka bekletme yöntemi de şöyle: Sütü mayalamadan önce fırınınızı 200 derecede 5 dakika çalıştırın ve fırını durdurun. Ardından sütü mayalayıp önceden ısıtıp çalışmasını durdurduğunuz fırına kabın ağzı açık bir şekilde koyun. Bu şekilde yoğurda 6 saat fırının kapağını açmadan bekletin. Yeterli süre geçtiğinde yoğurdun yine ağzını kapatmadan buzdolabına alın ve orada da 3 saat kadar bekletin. Sonuç olarak harika bir yoğurt elde edeceksiniz.

Nasıl süzme yoğurt yapacağınıza gelirsek:

Çok temiz bir tülbenti yoğurdun sığabileceği büyüklükte bir kasenin içine yayın. Tülbentin uçları kasenin dışına fazla fazla taşmalı.

Kasenin içindeki tülbentin tam ortasına tenceredeki yoğurdu dökün.

Tülbentin uçlarından tutarak yavaşça kaldırıp, dolap kulbu gibi bir yere bağlayın. Tam altına ise daha önce tülbenti yaydığınız kaseyi koyun ki yoğurdun suyu bu kasenin içine aksın (yoğurdun süzme suyunu içebilirsiniz hatta çocuklarınıza da içirebilirsiniz. Çünkü çok faydalıdır).

Yaklaşık 8 -9 saat bu şekilde bekletebilirsiniz. Aslında bekletme süresi sizin yoğurdu ne sertlikte istediğinize bağlı. Eğer peynir gibi sert bir yoğurt elde etmek istiyorsanız 12 saat bile bekletebilirsiniz.

Afiyet olsun :o)

Not: Yoğurdun süzme işlemi yapmadan daha sert olabilmesi için süte yoğurt karıştırırken 1 tatlı kaşığı da nişasta karıştırabilmek mümkün. Bu durumda yoğurt daha kıvamlı olacaktır. Ancak ben yoğurda süt ve maya için kullanılan yoğurt hariç bir şey katılması taraftarı değilim. Yine de aklınızda bulunsun.

Neden tahta kaşık sorusunu soruyorsanız da cevaplamaya çalışayım. Çoğu tarifi (birçoğumuz gibi) annemden öğrendim. Annem her zaman süte metal kaşık değdirilmez, tahta kaşık kullanın der. Bende de bu durum alışkanlık oldu sanırım. Bir de belki psikolojik diyeceksiniz ama toprak kap ve tahta kaşık kullandığımda nedense özlediğimiz gerçek köy yoğurduymuş hissi veriyor :o)



VÜCUT DİRENCİNİZİ GÜÇLENDİRİN



Kışın havaların soğumasıyla birlikte vücut direncimiz düşer ve hastalıklara karşı daha güçsüz bir durumda kalırız.

Gerçi İstanbul'da yaşayan biri olarak bu seneyle ilgili şunu söyleyebilirim ki, ben böyle sıcak bir kış hiç yaşamamıştım. Hava durumu daha çok ilkbaharı anımsatıyor, çünkü çoğu zaman güneşli... (Ne yazık ki bu nedenle de barajlardaki su miktarı çok azaldı)

Geçenlerde iki çocuk annesi teyzem bu tarifi evinde sıklıkla yaptığını ve çocuklarına da yedirdiğini söyledi. Ben de evde yapıp denedim, tadı benim çok hoşuma gitti, umarım siz de beğenirsiniz.

Vücut direncinizini güçlendirmenizle ilgili vereceğim tarifte zencefil kullanılıyor. Aynı tarifin çayını yapıp içmek de mümkün. Aşağıda ilk tariften sonra, çayının da tarifini veriyorum.

Zencefilin faydalarının en azından bir kısmını şöyle sıralayabilirim:

* Balgam söktürür ve iyileşmeyi hızlandırır,
* Bulantıyı giderir, kusmayı önler
* Eklem iltihaplarındaki iltihabın iyileşmesinde destekleyici rol oynar,
* Vücuttaki mikrobu öldürür,
* Bağışıklık sistemini güçlendirir,
* Kan damarlarını genişleterek romatizmal ağrıları hafifletir,
* Bağırsak bozukluklarını düzenler,
* Bağırsak gazlarını söktürür.

Gördüğünüz gibi bir kısmını yazmama rağmen zencefilin birbirinden değerli faydaları var.

Vücut direncinizi arttıran tarife gelirsek:

Malzemeler:

1 adet yaklaşık yumurta büyüklüğünde taze zencefil
1 adet limon
Yaklaşık 700 gram bal

Yapılışı:

Zencefilin kurumuş üst kabuğunu bıçakla soyun ve tamamını rendeleyin.

Limonu çok iyi yıkayıp (bulabilirseniz organik limon kullanın), kök ve baş kısmını kesip atın ve geri kalanını çok ince olarak dilimleyin (kabuğu soyulmayacak, bu tarifte limonu kabuğuyla kullanmanız gerekiyor).

Yaklaşık 850 gramlık bir cam kavanoza rendelenmiş zencefili ve limon dilimlerini koyup, üzerine balı dökün.

Kavanozun kapağını sıkıca kapatıp ters yüz yaparak tüm malzemenin karışmasını sağlayın (biraz uğraştırıyor ama sonuçta karışıyorlar :o)

Buzdolabında 3 gün boyunca kavanozun kapağı kapalı olarak bekletin. Arada aklınıza geldikçe kavanozu yine ters yüz yaparak karıştırın.

3 gün sonra şifalı karışım kullanıma hazır hale geliyor.

Bu üç gün içerisinde limon ve zencefil sulanıyor. Bu nedenle limon suyu kavanozun en üstüne çıkıyor. Tüketmeden önce mutlaka bir kaşıkla karıştırın.

Özellikle her sabah aç karnına bu baldan bir tatlı kaşığı hem siz hem de çocuklarınız tüketebilir. Zencefil parçalarını hatta başarabiliyorsanız (ben ne yazık ki limonu kabuğuyla yiyemem) limon dilimlerini bile yiyebilirsiniz. Bu karışımın tadı bana biraz şeftali reçelini anımsatıyor. Beğeneceğinizi düşünüyorum.



Sağlık olsun :o)

Zencefilli çay tarifi ise şöyle:

Malzemeler (1 kişilik):

1 tatlı kaşığı dolusu rendelenmiş taze zencefil
1 tatlı kaşığı bal
1 yemek kaşığı limon suyu
1 su bardağı kaynar su

Yapılışı:

Su kaynadıktan sonra ateşi söndürüp zencefili katın ve kapağı kapalı olarak 10 dakika demlenmesini bekleyin.

Yeterli süre geçtiğinde bir süzgeçle bardağa koyup bal ve limon suyunu ekleyin. Karıştırıp içebilirsiniz.

Afiyet olsun :o)

Not: Çay tarifindeki limon suyu miktarı çok ekşi sevmeyenler için azaltılabilir. Hatta bal miktarını da daha tatlı seviyorsanız çoğaltabilirsiniz.




18 Şubat 2014 Salı

BİR KEDİM BİLE VAR...

Canım kedim Beyaz'ım
8,5 yaşında olan ve neredeyse doğduğu günden beri benimle yaşayan bir kedim var. Adı "Beyaz".
Onu bir bakkalın önünde, çimenlerin arasında, üzerindeki göbek bağıyla (düşünün ne kadar küçükken), kıpırdanmaya çalışırken bulmuştum. Çevrede ne bir anne kedi vardı ne de başka bir hayvan. Ne oldu da oraya bırakıldı, nasıl geldi hiç bilmiyorum.

Ancak vücuduna karıncalar tırmanmıştı ve üzerinde varolan azıcık tüyü de çok kirlenmişti. Gerçek bir hayvan sever olduğumdan bakkaldan temiz selpak alarak onu yerden kaldırdım, arabaya koyduğum gibi veterinere götürdüm.

Sanıyorum ki, bulduğum kedi çok hasta, hatta ölmek üzere!! Bu sebeple veterinere de "ölürse bana söylemeyin çok üzülürüm, sadece tedavi etmek için elinizden geleni yapın ben masraflarını karşılayacağım" dedim.

Aradan tam 3 gün geçti ve veterinerden telefon geldi:

"Gülden hanım gelin alın bunu neredeyse bizi yiyecek böyle bir iştah görmedik" dedi. Aaaaaaaaaaaaa " yaşıyor mu" diye şaşkınlıkla tepki verdim. "Yaşamak ne demek neredeyse avlanmaya gidecek öyle sağlıklı" diye cevap verdi.

Tüm işimi bırakıp koşa koşa veterinere gittim ki gerçekten dedikleri gibi gayet sağlıklı duruyor. Meğer onu erken bulduğumdan (sanırım annesi yeni terk etmişti ya da bir şekilde ölmüştü) hayatı kurtulmuş.

İşte o gün Beyaz tası tarağı toplayıp bana taşındı :o)

Hayatımda ilk kez bir kedi besliyordum ve zekasına inanamadım. Çünkü veterinerin söylediği gibi ne zaman ıslak pamuk kullansam tuvaletini yapıyordu. Tam olarak yürümeye başladığında ise kumunu hiç sekmedi :o) (Hani geçenlerde duyduğumuz bir yaratığın kedisini, yatağına pislettiği için, katletme haberi var ya!!! Sadece şunu söyleyebilirim: bir hayvanı gerçekten severseniz ve sevgiyle yaklaşırsanız sizi üzecek hiçbir şey yapmıyor, değil yatağa pislemek kumunu koymayı unutsanız inanın günlerce tuvaletini bile tutar. Öyle zeki, öyle vefalı hayvandır...)

Ve gelelim Beyaz'ın ilk macerasına:

Beyaz 6 aylıkken evin kapısından çıkma çabaları gösteriyor ben de izin vermiyordum. Sonra baktım olacak gibi değil, bir gün kucağıma alıp apartmanın bahçesine indirdim.

Hani biraz toprak - çimen koklasın doğanın keyfini çıkartsın istedim. Sanki eğitmişim gibi benden fazla uzaklaşmadan kendisini çimenlere atıp sırt üstü yattı, toprağı eşeledi, bir kelebekle kovalamaca oynadı, bulduğu bir yaprak parçasını patisiyle top gibi attırıp peşinden koştu... Baktım keyfi çok yerinde "yarın yine gelirim" diye düşünerek eve geri götürdüm. Kendisine de üzülmemesi için durumu elimden geldiğince anlattım :o)

Birkaç gün bu şekilde gidip geldik. Ancak çalışan biri olduğumdan zamanım çok kısıtlıydı. Birkaç gün üst üste çıkaramadım. Beyaz bu defa evin kapısına gidip saatlerce kapı kulbuna bakmaya başladı. Tabii arada benim yüzüme bakıp sonra kapı kulbuna bakıyor. Neredeyse dile gelip "aç kapıyı" diyecek...

Ve sonunda büyük bir cesaretle kapıyı açıp "Peki ama eve geç kalma" dedim!!! Zannediyorum ki apartman olduğu için en fazla apartmanın kapısına kadar gidip açılmadığını görünce geri dönecek... Tabi ki Beyaz bu.. Her işin adamı :o)

Önce benim evin kapısından çıktı, kapının tam karşısındaki asansörün kapısına gidip oturdu. Önce benim yüzüme bakıyor sonra da asansörün kapısına. Bu hareketi defalarca tekrarladıktan sonra anladım ki asansörün kapısını açmamı istiyor!

"Peki" diyip asansörün kapısını açtım (farkındaysanız bu aşamada emir kulu olmaya başlamıştım :o) Ve Beyaz aheste adımlarla asansörün içine girip oturdu. Ben de asansörün kapısını tutan görevli pozisyonda ne yapacağına bakıyorum. Ve beklenen hareketi yaptı. Boyunun çok yukarısında olan numaraların yazdığı asansör düğmelerine bakıp yine benim yüzüme baktı!! Bu hareketi de birkaç defa tekrarladıktan sonra asansöre ben de bindim ve zemin kata inen tuşa bastım.

Asansör zemin kata geldiğinde Beyaz oturduğu yerden kalktı, asansörün kapısına gidip ayaklarının üzerine kalkarak kapıyı dışarıya doğru itmeye çalıştı. Ben "yok artık her şeyi nasıl öğrendin" diye düşünürken baktım kapı ağır geliyor açamıyor ona yardım ettim.

Ve Beyaz son aşama olan apartman kapısına geldiğinde yine aynı sahne tekrarlandı. Kapıya bakıp benim yüzüme bakması!!! Ve sokak kapısını da açtım. Beyaz böylece bahçeye çıktı, ben de eve döndüm.

Sanıyorum aradan 2 saat geçti (inanın o 2 saat gerçekten içim içimi yedi, ya Beyaz'a bir şey olduysa diye aklımı doğru düzgün hiç bir şeye veremedim) ve birden benim evin kapısından bir ses geldi "Maaaaaooooovvvvvvvv, maaaaaaooooovvvvvvv"!!! Kapıyı bir açtım ki Beyaz bahçede gezindikten sonra bir şekilde apartmana girmiş, 4. kata kadar çıkmış ve benim evin kapısını hem tırmalıyor hem de sesini duyurmak için var gücüyle miyavlıyor :o) Kapıyı açtım ve Beyaz yine aheste adımlarla eve girip yemeğini yiyip uyudu :o) Baktım sapasağlam, ne bir çizik var ne de başka bir şey.

Bahçe yorgunluğu üzerine şekerleme saati... Üzerini örtmeden uyumaz :o)

O günden sonra Beyaz her gün rutin olarak bahçe gezilerine devam etti (hala ara sıra çıkar ama artık eskisi kadar çok gitmek istemiyor, sanırım yaşlanıyor). Asansör olayına gelirsek: Bir ertesi gün asansörle indiremeyeceğimi işimin olduğunu söyledim. Sanki anlamış gibi (ki ben hala anladığını düşünüyorum), asansörün kapısından ayrılıp burnundan soluyarak!! apartman merdivenlerine yöneldi ve oradan aşağı indi. Apartmanda yaşadığımdan dolayı apartmana çok sık giren - çıkan oluyor. O esnalardan birinde de apartmandan çıkmayı başarıyor :o)

Aynı rutini dönüşte de tekrar ederek evin kapısına kadar gelmeyi başarıyor.

Beyaz bahçedeki kaldırımda gelen geçene bakıyor
Aradan belli bir zaman geçti. Bir gün eve geldim Beyaz her zamanki gibi kapıda karşıladı. Ve birden dile geldi "Mama!, Mama!, Mama!". 3 defa arka arkaya bu kelimeyi çok net olarak söyledi! (Hani masalda açıl susam açıl sözünü 3 defa tekrar edince mağaranın kapısı açılır ya.. Aynen öyle bir durum yaşayacağımızı zannettim) "Sanırım çok çalışıyorum ve beynim bana oyunlar oynuyor" diye düşündüm ki Beyaz bir kez daha "Mama!" diyince kendime geldim.

"Nasıl ya sen konuşuyor musun? Bir şey söyle" dedim ki Beyaz yine "Mama!" dedi. Beyaz'ın yemeğinin bulunduğu yere doğru gittim ki bütün mamayı yemiş, hepsini bitirmişti. Koşarak peşimden gelip mama kabına bakıp sonra yüzüme baktı ve yine "Mama!" dedi. Hiptonize olmuş gibi kasenin içine mama koydum ve Beyaz büyük bir iştahla yedi. O gün bugündür hala her acıktığında "Mama!" der!!!

Derken bir gün hem aşı hem de genel kontrolü için veterinere götürdüm ki veteriner kilosunu fazla buldu ve rejim yaptırmamı söyledi. Duruma uygun özel bir mama seçip, her gün kaç gram vermem gerektiğini tarif etti.

İyi bir ebeveyn! olmaya çalışarak veterinerin dediğini harfiyen uygulamaya başladım. Nedense beyaz bu dönemde hiç çok acıkmış gibi "Mama!" demedi. Bu durumu da garipsemedim değil ama "Aferin ya ne zeki hayvan, bak kilo vermesi gerektiğini o bile anladı" dedim!!!

Aradan iki ay geçti ve tekrar veterinere götürdüm. Rejiminde gösterdiğimiz başarıdan dolayı ikimizle de gurur duyuyordum ki veteriner tartının üzerine çıkarttı. "O da neee!!!! Değil kilo vermek Beyaz 300 gram daha almıştı!!!

Veteriner de haklı olarak bana, neden doğru düzgün rejim yaptırmadığım konusunda kızdı! Beyaz'ı kucağıma alıp (Beyaz'ı bulduğum günden beri hiç kafes kullanmadım, veterinere götürüp getirirken de arabada arka camda beni rahatsız etmeden oturuyor. Nedense kafese koymaya hiç bir zaman içim elvermedi) suçlu biri olarak eve döndüm. Halbuki gramaja ve tüm rejime çok uymuştum ama kilo verememişti.

Bu şekilde bir müddet daha rejime devam ettirdim ki bir gün alt komşumla kapıda karşıladık. Selamlaştıktan sonra şöyle dedi: "Benim çocuklar kedinizi çok seviyor. İlk olarak yaklaşık 2,5 ay önce bizim kapıyı tırmalayıp miyavladı ve bize kapıyı açtırdı. Kapıyı açmamızla "Mama!" diye konuşmaya başladı!! Biz de karnının aç olduğunu düşünüp eve aldık ve onu güzelce doyurduk. O günden beri her gün gelip bizde yemek yiyiyor. Hatta ona özel bonfileli bir mama da aldık, görseniz nefes almadan yiyip bitiriyor öyle sevdi!!!" dedi!!! Duyduklarıma inanamadım. Meğer Beyaz rejime başladığı gün bakmış ki benim evde sadece diyet yemeği var ve o da gramajla veriliyor. Çözümü başka bir mekanda yemek yemekte bulmuş!!! Ve ben de üzerine evde diyet yemeği verip bir de onun kalorisini ekliyormuşum!!!

Komşuma nezaketinden ve ince düşüncesinden dolayı çok teşekkür edip, Beyaz'ın rejimde olduğunu bu nedenle yemek vermemelerini rica ettim.

Tahmin edeceğiniz ve benim yine günler sonra öğrendiğim gibi, Beyaz bakmış ki oradan da yemek kesildi, bu defa da başka bir komşuya gitmeye başlamış!!! En sonunda çözümü apartmandaki komşuları tek tek gezip Beyaz gelirse yemek vermemeleri konusunda uyarmakta buldum!!

O dönemde yaklaşık 7 kilo olan kedimi en sonunda 5,5 kiloya bu şekilde indirmeyi başardım. Ama hiç kolay olmadı. Çünkü Beyaz'a her sabah uyandığımda yemek veriyordum. Tabi ki kedim güneşin doğmasıyla birlikte uyandığı için sabahın 5'inde yatağıma çıkıp önce bıyıklarını yanağıma sürterek uyandırmaya çalışıyordu. Eğer bu şekilde uyanmazsam bu defa patisinin pofuduk kısmıyla (kesinlikle tırnaklamadan) suratıma tokat atıyordu, öyle de kalkmazsam odada bulduğu en gürültü yapılabilecek nesneyi oradan oraya savurmak koşuluyla gürültü yapıyordu!!! Sonuç: Her sabah 5'te uykudan şişmiş gözlerle kalkıp mama vermek!!!

Neyse ki şimdilerde yeme düzenini ve yemek saatini benim uykuma göre ayarlamayı başardı da artık ikimiz de rahat ediyoruz :o)

Beyaz benim yatağımda bir giysimi üzerine çekmiş keyif yapıyor
Ve Beyaz'dan bir macera daha anlatayım:

Beyaz bahçeye çıktıktan sonra bizim bahçede bir sessizlik olmaya başladı. Önceleri neden olduğunu anlayamamıştım.

Daha sonra bir gün, apartman görevlimizle karşılaştım ve dedim ki "Ya bizim bahçeye gelen köpekler vardı ne oldu onlara?". Apartman görevlisi yüzüme bakıp "Abla inanmayacaksın ama Beyaz bahçeye çıkmaya başladıktan sonra çevrede ne kadar kedi varsa örgütleyip buraya getirdi. Resmen ordu kurdu, kendisi de komutan gibi başlarına geçti ve bir gün tüm köpekleri bahçeden kovaladılar. O gün bu gündür tek bir köpek bile gelmiyor. Köpeklerin hepsi arka taraftaki apartmanın bahçesine taşındılar" dedi. Bir şaşkınlıkta o zaman yaşadım. Benim kedim, kediler arası bir ittifak oluşturmuş ve kendi istediği düzeni sağlamıştı!!!

Mutfakta ben yemek yerken gelip tabağımdakini kokusundan anlamaya çalışıyor. Kokuyu beğenirse "Mama" diyor :o)

Beyaz'ın şu an aklıma gelen son macerası ise şu:

Bir gün piyano çalışıyorum. Çocukluğumdan beri parçanın bir yeri olmadığında saatlerce takıntılı olarak orayı çalışırım. Hatta artık yüzde yüz çalabildiğimden emin olsam bile yüzde ikiyüzlük çalabilmek adına tekrar etmeyi sürdürürüm.

Yine bir gün böyle bir pasaja takıp sanırım 4 saate yakın sadece aynı satırı çalıştım. Çalışmanın sonuna yaklaşırken Beyaz uyuduğu koltuktan gayet sakin kalktı. Bir güzel gerindi (ki ben bu esnada çalmaya devam ediyorum ama bir gözüm de Beyaz'ın üzerinde). Ardından aheste adımlarla bana doğru yaklaşıp hop diye kucağıma çıktı. Yüzünü yüzüme döndürdü ve arka ayaklarının üzerine kalktı. Ben bir yandan piyanonun tuşlarına bakmaya çalışıp çalıştığım pasaja kesmeden devam edip, bir yandan da Beyaz ne yapıyor diye bakıyordum ki, patisinin pofuduk kısmıyla yanağıma pat diye tokat attı!!! Sanırım bu hareketin üzerine ne demek istediğini anlamışsınızdır! Ben onu şöyle seslendiriyorum: "yeter yahu yeter! 4 saattir yedin beynimi dan dan dan dun dun dun.. Ben öğrendim sen öğrenemedin! Bir kendine gel!!!"

Piyanonun başından kalkmamla oturması bir oluyor. Sanırım çalışımı kıskanıyor :o)

İşte Beyaz'ın şu an için aklıma gelen maceraları böyle. Daha birçok var ama hepsini birden yazmak kitap yazmak gibi olacak :o)

Son söz olarak şunu söyleyebilirim: Geçen pazartesi (17 şubat) dünya kediler günüydü.. Onların her şeyden önce bizlerden beklediği sevgi ve sıcak bir yuva. Eğer siz de bugün evinize sokaktan bir kedi alıp (lütfen para vererek hayvan satan mağazalardan almayın ve o dükkanları desteklemeyin. Bence insan satın almakla hayvan satın almak arasında hiçbir fark yok. Üstelik de inanın sokaktan bulduklarınız o cins denilen kedilerden çok daha zeki oluyorlar) besleyebilirseniz ve sevginizi verebilirseniz günün anlamını en doğru şekilde yaşatmış olursunuz.

Beyaz'ın Diğer Yazılarını Okumak İçin Lütfen Tıklayın:
Bir Kedinin Kaleminden
Bir Kediden Pilatesle Karışık Spor Yapma Önerileri

Sevgiyle kalın :o)