6 Haziran 2014 Cuma

GALATASARAY TESİSLERİ RESTAURANTI (KALAMIŞ - İSTANBUL)


Öyle fanatik bir şekilde takım tutanlardan değilim. Arkadaşlara yapılan ufak tefek, can acıtmayacak ve gerçekten gülünecek espriler hariç, takımlarla ya da futbolla ilgili pek konuşmam. Milli maçlarımızı ise asla kaçırmam, bayrağımızın yabancı bir takıma karşı dalgalandığını görmek bana büyük bir gurur verir.

Kalamış'taki Galatasaray Tesisleri'nin restaurant kısmına çok sevdiğim arkadaşlarımın daveti üzerine gittim. Öncelikle durumumu izah edeyim: Galatasaray Tesisleri'nin hemen yanında Fenerbahçe Kulübünün Tesisi bulunuyor. Buluşma yerini yanlış anladığımdan ilk olarak Fenerbahçe Tesisi'ne girdim. Baktım ki restaurantta arkadaşlarım yok, hemen telefon ettim. Bana yanlış yerde olduğumu söylediklerinde tam restauranttan çıkmak üzereydim ki, garson çok kibar bir şekilde gelip "Beğenmediniz mi ortamı neden gidiyorsunuz?" diye sordu. Ben de gülümseyerek esprili bir ses tonuyla "Valla ben Galatasaray Tesisleri'ne gidiyorum. Doğduğumdan beri galatasaraylıyım" dedim. Garson da gülümseyince, iyi akşamlar dileyerek oradan çıkıp arkadaşlarımın yanına gittim.


Galatasaray Tesisleri'nde sadece restaurant değil, havuz gibi sosyal faaliyet alanları da var. Denizin hemen yanındaki tesisin manzarası görülmeye değer. Masaya oturduğunuz anda tertemiz sahil ve resim karesi gibi bir manzarayla ruhunuz bir anda dinleniyor. Sahil kesimi tesis tarafından sürekli temizleniyormuş, gösterdikleri bu çevreci anlayıştan dolayı da kendilerini tebrik ederim.

Ne yazık ki gittiğim gün sel halinde yağmur yağdığından, deniz kenarındaki bir masaya oturamadık. Ancak içerideki camekanlı mekan, bize deniz kenarını kesinlikle aratmadı.

Masaya oturup hal hatır sormalarımızdan sonra garson siparişlerimizi almak için yanımıza geldi. Restaurantta et ya da balık yemek mümkün. Bizlerin ortak kararı deniz mahsülleri ve balık yemek oldu.

İlk olarak masaya soğuk mezelerden rica ettik. Mezeleri tek tek tanıtmak gerekirse:

Salataya bayıldım. Çok taze yapılmıştı ve içinde türlü türlü salata malzemeleri bulunuyordu. Tabağı süslemek için koydukları haşlanmış küçük mısırlar tam bir tablo edası vermişti. Mısırın haricinde çeşitli yeşillikler, domates, salatalık karıştırılmış ve en üste de beyaz peynir rendesi serpilmişti. Zeytinyağı ve limon suyu oranı da çok dengeli ayarlanmıştı. Görüntü itibariyle biraz şopska salataya benzettim. (Tarif için lütfen tıklayınız: Şopska Salata)


Salatayla beraber soframıza deniz börülcesi salatası da geldi. Deniz börülceleri bence çok fazla haşlanmış, haşlandıktan sonra da soğuk suya konularak dirilikleri korunmamıştı. Bu nedenle bana fazla yumuşak ve pörsümüş gibi geldi. Tabi ki zevke göre değişir ama deniz börülcesine konulan sarımsak ve limon suyu miktarının biraz daha fazla olmasını tercih ederdim. Bu salatadaki sarımsağı neredeyse hiç hissetmedim. Daha çok limonsuz, sarımsaksız, haşlanmış sade börülce yiyormuşum gibi geldi (Evinizde harika bir deniz börülcesi salatası yapmak ve püf noktalarını öğrenmek isterseniz tarif için lütfen tıklayın: Deniz Börülcesi Salatası).


Deniz börülcesinden sonra garson tabağıma lakerda koydu. Lakerdaya bayıldım. harika yapılmış, tuz ve ekşilik miktarı çok iyi ayarlanmıştı. Lakerdayı yerken kırmızı soğanın kenarından tırtıklamayı ve ikisini beraber yemeyi ihmal etmedim. Hatta sevgili öğrencim ve arkadaşımın kızı, güzel Ece'm yaşı dolayısıyla (daha çok küçük) tabağındaki lakerdayı yiyemediğinden, hiç gözümü kırpmadan, onun tabağındakini de alıp bir lokmada yedim :o) (Bloğumda yayınladığım evde somon lakerda yapılışının tarifi için lütfen tıklayınız: Somon Lakerda)


Restauranta gelirken yağmurdan dolayı trafiğin tıkanmasıyla epey geç kaldım. Haklı olarak arkadaşlarım ben gelene kadar çok ufak atıştırmalıklar sipariş etmişler. Arkadaşımın eşi zeytinyağlı biber dolması almış. Dolmanın bir kısmını yediğinden resmini yarım olarak çekebildik :o) Kendisine dolmayla ilgili fikrini sorduğumda bir müddet düşündü, düşündü, düşündü :o))) Sonra da şöyle dedi: "Ne iyi, ne kötü!!!" :o)  (Tam tadında zeytinyağlı biber dolması yapmak isterseniz lütfen tıklayın: Zeytinyağlı Biber Dolması)


Bu esnada soframıza ahtapot salatası geldi. Ahtapotu pişirmek ve lokum gibi dediğimiz yumuşacık hale getirmek zordur. Ne yazık ki gelen ahtapot pek yumuşamamıştı. Isırdığımda lastiğimsi bir doku hissettim, çiğnemek zor geldi diyebilirim. Ahtapot salatası tatlı kırmızı ve yeşil biber, biberli yeşil zeytin ve turşu ile tatlandırılmıştı. Canım Ece'm çok yemek seçtiğinden ve aç kalmasını istemediğimden salatanın tüm zeytin ve turşularını ayıklayarak onun tabağına koydum :o)


Masadaki bir diğer meze hamsi tuzlamaydı. Ama ne tuzlama.. Hani ayıp olmasa tüm tabağı ben yerdim. Neyse ki arkadaşlarım da benim hamsi ile yaşadığım aşkı anlamış olmalılar ki, ucundan tadıp gerisini bana bıraktılar. Öyle güzeldi ki yemeye doyamadım. Sirke ayarı tam derecesindeydi. Tuz ve balıkla birleşince mükemmel olmuş, hatta yedikten sonra damağımdaki tadın geçmesini hiç istemedim.


Patlıcan salatalarını kolay kolay beğenen biri değilim. Öncelikle ateşte közlenmiş olmasını, közlü kabuğundan salatanın içine toplu iğne başı kadar ufak 2 - 3 parça karışmasını isterim. Çünkü bu şekilde köz tadı çok daha rahat alınır. Ayrıca yoğurt eklenmesi de çok hoşuma gitmez, çünkü patlıcanın tadını bastırır. Benim için patlıcan salatasında yeterli miktarda sarımsak, limon suyu ve zeytinyağı olmalı. Varsın görüntüsü bembeyaz olmasın, tadı güzel olduktan sonra rengine bakmam :o) Sanırım konuyu nereye getirmeye çalıştığımı anlamışsınızdır. Masadaki patlıcan salatasıyla çok iyi anlaşamadık :o) (Nefis bir patlıcan salatası tarifi için lütfen tıklayınız: Patlıcan Salatası)


Sıcak olarak soframıza paçanga böreği ve arnavut ciğeri geldi. Çok üzgünüm ki paçanga böreğinin güzelliğine kapılıp resmini çekmeyi unuttum. Ancak bu mekana giderseniz mutlaka yemenizi tavsiye ederim. Pastırması da, kaşarı da bol konulmuştu. Kestiğiniz anda peynir içinden akıyordu. Resmini çekemediğim için kendimi "canım sağolsun" diye avutarak, arnavut ciğerinden tattım. Ciğeri kızartmadan önce mutlaka sütte bekleterek yumuşatmak gerekiyor. Hatta kızartırken de küçük parçalar halinde kızartılmalı ki birbirlerini sıkıştırıp yağın içinde şişmelerini önlemesinler diye. Yediğim arnavut ciğeri ise sanırım bu püf noktalara dikkat edilmeden yapılmıştı. Çok başarılı bulmadım diyebilirim. Bu nedenle sadece ucundan tadıp bıraktım (Tüm püf noktaları ile lokum gibi arnavut ciğeri yapmak isterseniz lütfen tıklayın: Arnavut Ciğeri)


Ve sıra geldi balıklara. Doymanın sınırına çok yaklaştığımdan ve bir levreği tek başıma bitiremeyeceğimden yarım levrek ızgarası sipariş ettim. Levrek yarım olmasına rağmen porsiyon oldukça büyüktü. Bu hali bile bir balık iriliğindeydi diyebilirim. Bence balık biraz kurumuştu, bu nedenle çok sevemedim. Izgara yapılan balıklarda derisinin çıtır çıtır olmasını severim. Bu balığın derisi ise sanki pişmemiş gibi çok yumuşaktı ve ahtapottaki lastiğimsi dokuyu deride de hissettim. Ancak balığıma bol limon sıkarak kuruluğunu giderdim ve doyana kadar yedim.


Masada 3 kişi somon ızgara siparişi vermişti. Somondan hiç tatmadım ancak yiyenlerin fikrini sormayı unutmadım. Canım Ece'min annesi,  yani güzel arkadaşım şöyle dedi: "Güzel, güzel ben beğendim". Ece'nin harika halasının ise cevabı şuydu: "Ben bu balığın daha yağlı pişirilmesini seviyorum. Bence çok kurumuş". Ece'ye sormayı unuttum, bunun için de çok üzgünüm. Ama size şu kadarını söyleyeyim, onun çocuk kalbi ve dünyası öyle güzel ki, hayattaki her şeyi gökkuşağının renkleriyle görüyor :o)


Bloğu düzenli takip edenlerdenseniz mutlaka biliyorsunuzdur, tatlının hiçbir çeşidini yemem. Bunun diyet yapmakla bir alakası yok, sadece şeker tadını sevemiyorum. Bu nedenle ana yemekten sonra kendime açık - limonlu bir çay söyledim. Güzel Ece'm krem karamel yemek istedi. Sohbete dalmışım, tatlıların yarısına gelindiğinde fotoğraf çekmek aklıma geldi. Lütfen bunun için kusura bakmayın :o) Ece krem karamele bayıldı, sadece hep kuş kadar yediğinden yine tabağında bir kısmını bırakacaktı ki öğretmeni olarak devreye girip izin vermedim :o) Onunla aramızdaki sevgi öyle güzel ki, beni kırmak istemediğinden ricamı kabul edip tabağını bitirdi.


Ekmek kadayıfı çok afilli ve oldukça da kalorili görünüyordu. Ancak Ece'nin annesi, bir başka deyişle güzel arkadaşımın kilo problemi olmadığından rahatlıkla yedi. Fikrini sormayı unuttum ancak gözlerinin parlamasından çok beğenmiş olduğunu anlayabiliyordum.


Masadaki son tatlı ise ayva tatlısıydı. Ayva tatlısını evde ben de yapıyorum. Bakmayın tatlı yemem ama gelen misafirlerimi tatlısız da bırakmam :o) Ayva tatlısına renk vermesi için gıda boyası katılmasına kesinlikle karşıyım. Zaten şeker tek başına vücudumuza yeteri kadar zarar veriyor (bakınız: Şekerin Zararları). Gıda boyası gibi ek gıdalarla bu zararı daha fazla arttırıyormuşuz gibi gelir. Görüntüsünden anlayabileceğiniz gibi mekanda sunulan ayva tatlısına epey gıda boyası konulmuştu. Bu nedenle tadını sorma gereği duymadım (Misafirlerinize sunacağınız çok lezzetli bir ayva tatlısı yapmak için lütfen tıklayınız: Ayva Tatlısı).


Galatasaray Tesisleri ile ilgili şunu söyleyebilirim. Dinlenmek ve keyifli zaman geçirmek istiyorsanız mutlaka gidin. Yanınızda arkadaşınız olmasa bile gazetenizi ya da kitabınızı alıp, güzel bir havada deniz kenarında oturarak İstanbul'un güzelliğini buradan seyredin. Mis gibi Türk kahvenizi de aldınız mı "Gel keyfim, gel" diyebilirsiniz :o) Galatasaraylı değilseniz ve tuttuğum takımdan dolayı asla buraya gelmem diyorsanız, aynı manzarayı yaşayabileceğiniz, hemen yanındaki Fenerbahçe Tesisleri'ne de gidebilirsiniz :o)

Gecenin sonunda bitiremediğimiz balık gibi ürünleri garsondan paket yapmasını istedik. Bu gruptaki herkesin evinde bir evcil hayvan olduğundan onları da düşündük :o) Ancak kısmet onların değilmiş. Çünkü tam arabaya binerken gördüğümüz sokak kedilerine paketlerdeki gıdaları hediye ettik. Sanırım arkamızdan iyi bir ziyafet çekmişler ve onlar da bizim gibi geceyi mutlu bitirmişlerdir :o)

Keyifli günler dilerim :o)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder