20 Ocak 2014 Pazartesi

MALEZYA'DA BİR TURİST


Malezya seyahatimiz 4 gün Kuala Lumpur, 6 gün Langkawi adası olmak üzere toplam 10 gündü. İstanbul’dan Malezya havayolları ile uçtuğunuzda Dubai'de beklediğiniz 2 saat ile birlikte toplam yolculuk 13 saat sürüyor. Aslında Türkiye’den havaalanına 2 saat önce gidildiğini varsayarsak, evden çıkıştan otele varış sürenizle birlikte yaklaşık 17-18 saati yollarda geçiriyorsunuz.

Her uzun yolculukta olduğu gibi bu yolculukta da ayaklarımızın fil gibi şişmesini önleyemedik. Ama Malezya havayollarının güler yüzlü personeli acınızı hafifletiyor. İstanbul’dan Dubai'ye kadar uçak oldukça boş olduğundan yayılabilirsiniz, ama Dubai'den binen yolcularla hareket edecek yer kalmadığından "bir koltukta kaç pozisyonda oturabilirim?" gibi soruların cevaplarını öğreniyorsunuz. Güler yüzlü olmak sadece hosteslere ait bir özellik değil. Tüm Malezya halkı inanılmaz kibar, sıcak kanlı, güler yüzlü ve yardim sever. Marketteki kasiyere bile para ödediğinizde eğilerek selam veriyor ve birkaç defa teşekkür ediyor.

Havaalanından şehrin merkezindeki otelimize ulaşmak arabayla 1 saat sürdü. Kuala Lumpur’da "Swiss Garden" otelinde kaldık. Oldukça güzel bir otel. Gerçi broşürlerinde anlatıldığı kadar büyük, müthiş bir yüzme havuzu yok. Daha çok çocuklara yönelik oyun havuzlarına benziyor. Ama şehrin içinde oluşu, hele de ucuz pasajlara yakınlığı dolayısı ile tekrar gitsem yine kalmak isteyeceğim bir otel. Odalar çok ferah ve temiz. Otel 5 yıldızlı ve SPA merkezi var ki masaja düşkünseniz mutlaka uğramanızı tavsiye ederim.

Odalara kahvaltı dahil ama kahvaltıyı ne denli tüketirsiniz onu bilemem. Çünkü Malezya'ya vardığınız anda sizi köri, sarımsak, zencefil ve fıstık yağından oluşmuş bir koku sarıyor. Bu koku ciğerlerinize kadar işliyor ve yemek yiyemez hale geliyorsunuz. Benim gibi ağız tadına dikkat eden, zeytinyağından vazgeçemeyen ve koku hassasiyeti bulunan gerçek bir Akdeniz insanıysanız mutlaka yanınıza kaldığınız gün sayısına göre konserve yiyecekler, beyaz peynir gibi peynir çeşitleri, zeytin vs. gibi gıda ürünleri alin. Çünkü dediğim gibi Malezya'daki tüm yiyecekler çok baharatlı, soslu, hatta kısmen bir bulamacı andırıyor desem doğru olur. Mc Donalds, Kentucky Fried Chicken, Pizza Hut gibi tanıdık yüzler de var ama bu restaurantların hepsi bulundukları ülkenin geleneksel tadlarına büründüğünden bunları da benim gibi yiyemeyebilirsiniz (körili, sarımsaklı, zencefilli ve fıstık yağında kızarmış bir kentucky sizi mutlu edecekse konservelerle ilgili yazdıklarımı okumadan geçebilirsiniz) Tabii olayı pozitif hale çevirip yanınıza konserve almayıp benim gibi 10 günde 4 kilo da verebilirsiniz ki, bu diyet reçetesi için kimseye bir ücret ödemek zorunda değilsiniz...

Otelimizde kaldığımız ilk gün saat farkı gözetmeksizin yolculuğun getirdiği yorgunlukla uyuya kaldık. Malezya, Türkiye saatine göre 5 saat ileride ki, bu saat farkı bünyemizde zorluk yaratmadı değil.

Yeşilliklerin ve orkidelerin görsel güzelliği yani sıra ülkedeki nem oranı çok yüksek. Isı da yüksek olduğundan sokağa çıktığınızda keselenmek üzere hamama girmiş etkisi yaratıyor. Ama bunun güzel yanı, İstanbul'a döndüğümden beri şehrimin nem oranından bir defa bile şikayet etmemiş olmam. Nem oranı yüksek olan Malezya'da ise klima her yerde bulunmasına rağmen uyumakta zorluk çekiyorsunuz. İstanbul'umun temiz!!! oksijenli!!! havası gibisi yok (Düşünün artık Malezya'daki nem oranı öyle yüksek ki bu cümleyi yazar hale getiriyor insanı) Nem oranı ile ilgili son bir şey yazacak olursam birkaç gün daha kalsaydım vücudumun çeşitli yerleri yeşerecek ve çiçek açacaktı. Çünkü hava durumundan en memnun olan Malezya'nın bitkileri. Taşın içinden bile orkide çıkmış diyebilirim. Hatta evimde gözünün içine bakarak büyüttüğüm ve yılda bir-iki çiçek açan orkide çiçeğim Malezya sokaklarında ağaç olarak karşıma çıktı. (sonuç: evdeki çiçeğime küstüm)

Kuala Lumpur'daki ikinci gün yürüyerek etrafı keşfetme günümüzdü. Otelin kapısından çıkıp yolun karşısına geçin, sağa doğru 200 metre yürüyün ve sola dönün. İşte buradan itibaren kolunuza yapışarak "masaj yapayım" diyen Malezya halkını yararak (sokakların dörtte ikisinde masaj yapılan yerler var ve neredeyse caddenin ortasında insanlar size masaj yapmaya başlıyor) ve tüm dükkanların önünden geçerek şehrin en pahalı dükkanlarına kadar varıyorsunuz. Gerçi en pahalı dememe bakmayın. Ülkede satılan her şey inanılmaz ucuz. Hatta benim gibi turistik bölgelerden uzak durup alışveriş için daha da uygun fiyatlı yerler ararsanız sizi zahmetten kurtarıp bir pasajın adresini yazayım (otele yürüyerek 10 dakika): Bukit Bintang Plaza, Jalan Bukit Bintang. Aslında bu plazanın ismi halk arasında BiBi plaza olarak geçiyor ve zaten plazanın kapısında da BB plaza diye yazı görüyorsunuz.


Bu pasaj birkaç katlı ve takıdan, elektronik eşyaya kadar ne ararsanız bulabilirsiniz. Malum Malezya'dan inci, taşlı takılar, özel taşlar gibi mücevherat ve cep telefonu, bilgisayar gibi elektronik eşyalar alanlar için kaçırılmaz bir fırsat. Hatta daha spesifik bir dükkan tarif etmem gerekirse BB plaza'nın en alt katında LGF 040 olarak adresini verebileceğim bir kuyumcu var. Aradığınız her türlü inciyi (siyah, pembe, beyaz vs), değerli taşı (ametist, zümrüt, elmas vs) buradan gözü kapalı alın, aldığım hiçbir takı sahte değildi (Döndükten sonra kuyumcuda kontrolünü de yaptırdım). Çünkü bu kadar ucuz yerlerde tek korkmanız gereken, aldığınız ürünün sahte çıkması ama bu pasaj Malezya halkına yönelik olduğundan aldığım tüm ürünler, elektronik ürünler de dahil olmak üzere orijinal ve sertifikalı.

Ancak tüm Malezya'da unutmamanız gereken çok iyi pazarlık yapmanız gerektiği. Normal fiyatının yaklaşık 2 katıyla fiyatı söylüyorlar, işte buradan sonrası benim gibi pazarlıkları sonuna kadar sürdüren insanlar için çok cazip. Ayni bizim kurban bayramlarımızda koyunu alırken saatlerce süren pazarlıklarımız gibi burada da başarılı olabilirsiniz.
Sizlere fikir vermesi açısından normal bir kolye uzunluğunda ipe dizilmiş nefis siyah incileri 40 dolara satın aldım. Ayni uzunluktaki pembe inciyi ise 120 dolara. Gerçi tüm alışverişinizi Malezya parası olan RM yani söylenişiyle ringi üzerinden yapıyorsunuz ama doların 3 katı olması nedeniyle hesaplamanız gayet kolay.

Elektronik eşyalara gelirsek; Türkiye'de telefonu kullanacağınızı düşünerek söylüyorum pasaport başına 1 telefon alma hakkınız var. Gerçi gümrükten daha fazlasını geçirebilirsiniz ama bir telefonu sadece bir pasaportla açtırabilirsiniz. Ayrıca pasaportunuzdaki ülkeye giriş tarihi de eski olmamalı. Biz 3 adet iphone aldık ki ben bu yazıyı yazarken henüz Türkiye'ye gelmemiş bir telefon modelinden bahsediyoruz. Telefonların tanesi 375 dolara denk geldi. Türkiye'den gitmeden önceki araştırmalarıma istinaden söylüyorum, bu telefon dukkanlarımızda sertifikalı ve orijinal olarak yaklaşık 1000 tl'ye denk gelecek. Bu pasajla ilgi cümleleri bitirmeden önce son kez hatırlatmak istedim, ister Langkawi ister Kuala Lumpur'un diğer bölgeleri olsun bu pasajdaki ucuzluktan daha fazlasını bulamadık, aklınızda bulunsun.


Kuala Lumpur'daki Çin mahallesi de görülmeye değer oldukça ucuz ama yüzde 90 her şey sahte olduğundan bu mahalleyi sadece görsel olarak görüp geçtik. Ayrıca Çin mahallesinde ucuz bir şeyler satın alayım derken siz fark etmeden çantanızın bedeninizden kopup yaban ellere düşmesi çok hızlı bir şekilde gerçekleşebilir. Bu nedenle bu mahalleye gideceğinizde anneannelerimizin yaptığı gibi tişört içi, sutyen altı gibi tutturacağınız bez keselere değerli evrak ve paralarınızı koymanızı tavsiye ederim.


Bir diğer gün otelden ayarladığımız bir araba ile tüm şehrin özel mekanlarını gezdik. 277 basamaklı rengarenk Hint tapınağı (ki muhtemelen bu basamakları tek tek çıktığınızda zaten nirvanaya ulaşmış oluyorsunuz) görsel olarak ilginçti. Basamakları o sıcakta çıkmayı göze alamadım. Ama ülkenin dört bir yanında yaşayan Hint vatandaşları sanırım cennetin orası olduğuna inanıp koştura koştura çıkıyorlardı. Ben aşağı katta bulunan daha ufak çaplı bir tapınağı gezdim. Girişte ayakkabılarınızı çıkartıyorsunuz ki bu konuda hep ayakkabılarım benden önce ülkeyi terk edecekmiş gibi bir korkum olur. Bu nedenle kokular içindeki ayinlerini çok uzun süre izleyemedim.


Ardından yine rengarenk ama daha çok kırmızı ağırlıklı Çin tapınağını gezdik. Çin burcum kaplan olduğundan tapınağın bahçesindeki kaplan heykelinin yanında fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedim. Gitmeden önce çin burcunuzu öğrenirseniz (ki ne işe yarar hala anlamam alışkanlıktan sanırım), siz de bir çerçeve anısı edinebilirsiniz. Tapınağa yine ayakkabılarınızı çıkararak giriyorsunuz ve girer girmez sizi dev boyutta bir heykel karşılıyor. Altın sarısı rengindeki bu heykele doğru duran Çin vatandaşları dualarını ederken geleceğinizin ne olacağını gösteren dilek kutularından binlerce yıldır insanların bulamadığı cevapları bulabileceğinize inanarak hoş vakit geçirebilirsiniz. Bu tapınağın gezisini dilek tutup, tütsü yakarak tamamladık.


Daha sonra kralın yaşadığı sarayın önüne gelip demir parmaklıklar ardından saraya bakarak fotoğraflarımızı çektik. Şöförümüz bize "şanslıysanız kral bugün dışarı çıkar" demişti ama hayatım boyunca şansla ilgili en ufak bir münasebetim olamadığından ve ben doğmadan ruhumu terk ettiğini düşündüğümden böyle bir görüntü yaşayamadık. Ama sarayın önünde atların üzerinde bekleyen askerlere o kıyafetle, ekvator sıcağında nasıl durduklarına inanamayarak baktık. Atlari sevmek ise ayrı bir keyifti.




Ardından çeşitli tarihi yapıların önünden sırasıyla geçtik. Her şehri tanıtan, onunla bütünleşen bir mimari yapı olduğu gibi Kuala Lumpur'da da bu yapı tabii ki Petronas ikiz kuleleriydi. Hani zamanında Sean Connery burada soygun yaptığı bir filmde bile oynamıştı ve en sonunda paraşütle atlıyorlardı. Gerci paraşütle atlanacak bir durum yok çünkü etrafta çok fazla bina var ve onlara gelme olasılığı çok yüksek, sanırım Hollywood hayalciliği bu filmde de devreye girmiş. Petronas kulelerine vardığımızda saat çok geçti ve kuleler ziyarete kapanmıştı. Bu nedenle köprünün bulunduğu üst katlara çıkamadık ama girişteki Akmerkez, İstinye Park benzeri alışveriş merkezinde serinledik. Bu merkezin içine girip meydanından sağa döndüğünüzde havuzlu bir alana çıkıyorsunuz ve akşam saat 10'a kadar fıskiyelerle su gösterileri var. Bedenen serinleyemeseniz de ruhen iyi geliyor.


Şehrin bir başka yüksek kulesi Kuala Lumpur Kulesi yani KL Tower. Bu kulenin üst katında nefis manzaralı bir restaurant olduğunu duyduk ama çok önceden rezervasyon yaptırılması gerektiğinden bu manzarayı yaşayamadık. Restaurant konusunu kendimize dert ettiğimizi söyleyemeyeceğim, çünkü kokular bizi üzülmekten kurtardı.

Oteldeki akşamlarımdan birinde açlıktan gözüm dönmüş olmalı ki otelin restaurantına inerek menüyü istedim. Menüde gördüğüm Penne Al'arabiata yemeği ağzımı kulaklarıma getirdi ve hemen siparişimi verdim. Gelen yemeği size tarif edeyim: Domates çorbası içerisine serpiştirilmiş penne makarnaların havuç, mantar, biber, brokoli, patates, lahana, sarımsak ve tabii ki köri, zencefil ve fıstık yağı ile pişirilmiş hali... Gecenin sonucu: odada kemirilmeye çalışılan kuru ekmek...

Otelin bir diğer güzelliğinin SPA merkezi olduğunu yazmıştım. Malezya'daki tüm SPA merkezlerinde olduğu gibi önce ayaklarınız orkidelerle dolu ılık bir suyun içinde bekletiliyor, masaj yapacak kisi tarafından ovularak ve hafif masaj yapılarak temizlenip kurulanıyor ve sizi masaj yatağına yatırıyorlar. Bir saat boyunca her şeyi unutabilirsiniz, masajın sonunda verilen zencefil çayını sevdiğimden hiç zorlanmadan içtim. O gece deliksiz uyumuşum.

Langkawi adası uçakla 1 saat mesafede. Türkiye'den Malezya'ya onca yolu geldikten sonra bir saat öyle hızlı geçiyor ki koltukta oturma pozisyonlarımdan sadece birini uygulayabilmiştim ki vardık. Ada Hint okyanusunun kıyısında ama bu sizi yanıltmasın çünkü aynı nem yüksekliği adada da devam ediyor.




Havaalanı kaldığımız yere çok yakın olduğundan 10 dakikada otelimize vardık. Malezya'daki her şey gibi oteller de oldukça ucuz. Bu nedenle The Frangipani Resort & Spa otelindeki bungalow tarzi evlerden okyanus manzaralı olan süit evi tercih etmiştik. İşte bu manzara, odanın ferahlığı, yeşillikler, orkidelerin ve palmiyelerin arasındaki jakuzi, okyanusun sesi ve binbir türlü kuş beni benden aldı hayaller alemine götürdü. Otelin seçimi, konumu itibariyle çok doğruydu. Sahibi İtalyan olan gerçek İtalyan restaurantına, turistik alışveriş yerlerine ve çeşitli SPA merkezlerine olan yakınlığı seçimimizi onaylıyordu.


Langkawi konusunda internette biraz araştırma yaptığınızda adanın vergi muafı olması dolayısıyla oldukça ucuz olduğu bilgisini bulacaksınızdır. Aldanmayın! Vergiden muaf olduğunu Malezya halkı da biliyor ve bunu fiyatlardan daha fazla kar gütmek amacıyla kendi faydalarına çevirmişler. Sadece şu kadarını söyleyeyim, Kuala Lumpur'daki BB plaza'dan daha ucuzunu hiçbir yerde bulamadık. Hatta ada turistik olması nedeniyle Kuala Lumpur'daki normal mağazalardan da daha pahalı.

Adada size tavsiyem gezmeniz ve bol bol SPA merkezlerine gitmeniz. Tabi öğünlerinizde saf zeytinyağını İtalya'dan getiren Lorenzo'nun "L'osteria" adli restaurantında ne bulursanız yiyebilirsiniz. Odun ateşinde pişmiş pizzaları öyle güzel, ince ve leziz ki çatlayana kadar yiyiyorsunuz. Makarna ürünlerini söylemiyorum bile. Onlar da birer şaheser. Ortaya da akdeniz yeşillikleri salatası söylediğinizde zeytinyağına ekmeğinizi bandıra bandıra yemeğe konsantre olmamak imkansız. Biz bu restaurantı sondan bir önceki gün keşfettiğimizden sadece iki gün yemek yiyebildik. Restaurantın posta adresi elimde yok ama Frangipani otelin giriş yolundan çıktığınızda yolun karşısına geçip sola doğru 500 metre kadar yürüyün. İŞte sağınızda tüm ihtişamı ile L'osteria Restaurant, hatta arka tarafında da nefis bir ispanyol pub var, orada da yemek sonrası ya da öncesi içkinizi içebilirsiniz. Bu arada italyan restaurant tıka basa doluyken çevrede göreceğiniz bilumum Çin, Hint, Taiwan, Japon restaurantı gibi mekanların sinek avladığını görünce insan, Malezya halkının da zeytinyağının dayanılmaz hafifliğine eriştiğini düşünüyor.

Bungalovunuzda bulunan broşürlerden adanın çeşitli yerlerindeki faaliyetleri öğrenebilirsiniz. Bizler öncelikle adanın en büyük şehri olan Kuah şehrine gidip, adaya isim veren Kartal heykelini gördük.


Dev boyuttaki bu kartalın önünde çeşitli pozlardaki fotoğraflarımızı çektikten sonra, kendimizi sıcaktan deniz anasına dönüşmüş bir halde yakındaki alışveriş merkezine attık. Langkawi'deki neredeyse tüm alışveriş merkezlerinin içinde olduğu gibi burada da Duty Free var, yani tütün ürünleri, parfüm, içki gibi ürünlerden havaalanı fiyatına satın alabilirsiniz.


Bir başka gün taksi ile adanın batı kıyısında bulunan The Oriental Village, yani doğuya özgü köye gittik. Birçok bina çatı uçları yukarıya doğru kıvrık kıvrık, yeşilli, kırmızılı renklere bürünmüş bir halde uzak doğu kültürünü yansıtıyor. Burada ceylan, tavşan gibi hayvanları sevebilmeniz, kasadaki çocuğu atlatırsanız fili görebilmeniz de mümkün. Filin üzerine binmek için 30 dolar isteniyor, yanında da ekliyorlar: "ama sizi 15 dakika fil üzerinde gezdiriyoruz". Bunca yıldır fil sırtına binmemişim ve bir şey kaybetmemişim bundan sonra da binmesem olur herhalde diyerek 30 doları cebimde tutup bedavaya sevebileceğim ceylanların yanına koştum.




Bu köyün içinden teleferikle Langkawi adasının en yüksek zirvelerinden birine çıkabilir ve okyanusla birlikte neredeyse tüm adanın görsel ziyafetine kavuşabilirsiniz. Ama soylemedi demeyin, buradaki teleferik Macka-Taksim hattındaki gibi 3 dakikalık düz bir yol değil. İnsanda "hayat buraya kadarmış" dedirten çok dik yamaçlara diklemesine çıkıyor diyebilirim. Tabii iniş her zaman daha zordur deyimini, teleferikle tekrar aşağıya inerken binlerce kez aklınızdan geçiriyorsunuz.

Langkawi adasında trekking, doğa yürüyüşleri, okyanusa dalarak yapılacak keşifler gibi spor düşkünleri için çok çeşitli faaliyetler mevcut. Benim gibi spordan hoşlanmayan, dalgıç arkadaşlarla dalışa gidildiğinde kıyıda ya da teknede sucuk pişiren, Arizona'daki Grand Canyon'un (Büyük Kanyon) dibine kadar gidip "aşağıya inmesem de olur, sonuçta kuşlar böcekler var" diyen biriyseniz adanın görsel şölenini izlemek de sizler için buyuk bir ziyafet olacaktır.

Son gün uçağımız akşam saat 21:30'daydı ama otele önceden bunu belirtmeyi unuttuğumuz için öğleyin saat 12:00'de güzel bungalovumuzdan ayrılmak zorunda kaldık. Otelin lobisinde klima olmadığından, bütün gün italyan restaurantında da oturamayacağımızdan Langkawi havaalanına biraz!!! erken varma kararı aldık.

Havaalanındaki en güzel bekleme yerinin Starbucks coffee'deki geniş koltuklar olduğunu söyleyebilirim. Hatta yanımda dvd player da bulundurduğumdan, Starbucks'da koltuk kenarında keşfettiğim bir prize sanki evimdeymiş gibi dvd'nin sarjını bağlayıp, bacaklarımı karnıma doğru çekme pozisyonuyla ve elimde nefis bir kahveyle 9 saatimi geçirdim. Tabii arasıra havaalanının mağazalarını dolaşmayı da ihmal etmedim ki, havaalanı fiyatlarının özellikle elektronik eşyalarda Türkiye ile aynı olduğunu söyleyebilirim.

Hani olur da bizler gibi Langkawi havaalanında bu kadar uzun saatler geçirecekseniz bir başka tavsiye daha vereyim: Havaalanının kontrol merkezinden geçip uçağa bineceğiniz salona vardığınızda orada bir VIP odası göreceksiniz. Kişi başı vereceğiniz 3 dolar ile orada da tüm gününüzü masaj yaptırarak, televizyon izleyerek ve interneti kullanarak geçirebilirsiniz. Bizler bu odayı geç keşfettiğimizden nimetlerinden maalesef faydalanamadık.

Her şeye rağmen Malezya seyahati inanılmaz güzel anılar ve dünyanın bir köşesini daha keşfetmiş olmanın mutluluğuyla sona erdi. Gitmek isteyenlere iyi yolculuklar, iyi tatiller dilerim.

Sevgiler :o)

Not: 7. Temmuz. 2009 tarihinde yazdığım bir yazıdır.


2 yorum:

  1. Merhaba çok güzel bir seyahat ve aynı güzellikte de anlatmışsiniz. Ellerinize sağlık. O 6 araçlara bir seyahat programı yapmaya çalışıyorum. Emailinizi verirseniz size birkaç şey danışmak istiyorum. Sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba, çok üzgünüm sistemdeki bir yanlışlıktan solayı mesajınızı ancak şimdi gördüm. Bana ggoksen@yahoo.com adresinden ulaşabilirsiniz. Tekrar kusura bakmayın lütfen

      Sil